Savcı diyor ki, “Ortada bir örgüt veya hiyerarşik yapı yok.”

“Deliller hukuka aykırı toplanmıştır. Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir.”

“Gizli tanık ifadeleri de hukuki değer taşımıyor.”

“Dolayısıyla bu delil ve gizli tanık ifadelerinden yola çıkılarak hazırlanan bilirkişi raporları da geçersizdir.”

Mütalaadaki bu değerlendirmeler Savcı Zafer Sercan Yetişer'e ait.

Dava, İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne açılmıştı, 2011’de. Yani, gizli tanıkların, toplu tutuklamaların, üretilmiş delillerin, bilgisayarlara konulan virüslü belgelerin mahkeme salonlarında havada uçuştuğu sıralarda.

Cemaat yargısının marifetlerinden olduğu anlaşılan birçok dava gibi bu da, 27 Şubat 2017’de tüm sanıkların beraat etmesiyle sonuçlandı. Geride, yine diğer Cemaat ürünü davalar gibi, cezaeviyle tanıştırılmış, hakarete ve iftiraya maruz kalmış ve son beş yılını hapis tehdidiyle geçirmiş 129 sanık bıraktı.

Zaten soruşturmayı yürüten savcılar ve devamında davaya bakan mahkeme heyeti üyeleri de meslekten ihraç edilip tutuklandı.

Yaklaşık son 10 yılımızın adliye koridorlarındaki halinin özeti aşağı yukarı böyle.

Hatta tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın da Oda TV davasındaki savunmasında hatırlattığı gibi, gazetecilerin yıllarca tutuklu kaldığı meşhur davanın savcısı, mütalaasında dosyaya “Olan oldu bir kere, unutun gitsin” fikriyle yaklaştı.

Bu mütalaaların ortak özelliği, sanki yıllarca medya, iktidar ve yargı üçgeninin çarklarında insanlar ezilmemiş gibi, binlerce klasörlük uydurma delille şişirilmiş dosyaları ben hazırlamışım gibi ‘Beraat verin, gitsin’ havasında, olayın buralara neden ve nasıl geldiğini irdelemeden yazılması ve - olabilirmiş gibi – olayın üstünü kapatma çabasında olmaları.

Neden?

Çünkü savcılar da, hâkimler de bu delillerle yargılama yapmanın, hatta bazı durumlarda ceza vermenin kendisinin başlı başına bir suç olduğunun farkında.

İzmir’deki davanın son duruşmasında da savcının dosyaya objektif yaklaştığını söylerken, dosyada adına delil denen ‘şeylerin’ beş yıldır aynı yerde durduğunu hatırlatmak ve o deliller üretilirken iktidarda da yine AKP’nin olduğunu söylemek ise halen hapse tabi.

Yani gazeteciler açısından bir şey değişmedi, iktidar da halen ‘en mağdur’ ve ‘en haklı’ olarak yoluna devam ederken, savcılar da buna uygun olarak mütalaa yazmaya devam ediyor. Tek sorumlu tutulan Cemaat’in yargı mensupları diyeceğim ama, onlar da bu yargılamalardan değil, iktidarla siyaseten ters düşmekten hapiste.

Sonuç olarak yeni yargı mensupları da eskileri gibi gazetecileri hapsetmenin bir ‘pardon’ bile gerektirmediğinin, yapılan yanlışların sorumluluk almaksızın tekrarlanabileceğinin farkında olarak gazetecileri ve dahi tüm muhalifleri hapsetmeyi kendinde hak görüyor.

İzmir’deki davada mahkeme başkanı, mütalaayı alkışlayanları “Burası tiyatro alanı değil, mahkeme düzenini bozmayalım” diye uyarmış. Değil mi, gerçekten?