Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Fransa gündemi de İsrail’in Gazze’ye giden “insani  yardım” çatışmasına kilitlendi. Başlangıçta

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Fransa gündemi de İsrail’in Gazze’ye giden “insani  yardım” çatışmasına kilitlendi. Başlangıçta saldırının şiddeti konusunda herkes hemfikir görünüyordu, ta ki Pazartesi günkü gazeteleri açıncaya kadar…
Saldırının hemen akabinde Fransız basın-yayın organları genel olarak İsrail’i sert bir dille eleştiriyordu. Ne de olsa Fransız siyaseti ve medyası yıllardır “Filistin yanlısı” tutumu ile tanınıyor, hatta kınanıyor. İktidar yanlısı sağcı Le Figaro’dan ulusal televizyon kanalı France 2’nin ana haber bültenine kadar, bu “insanlık dışı” saldırı mahkum ediliyordu. Birkaç günde özellikle sol ve ortanın solu basın eleştirinin dozunu yükseltiyordu. Öyle ki, sol liberal Libération 1 Haziran’daki kapağına “İsrail, korsan devlet” başlığını yerleştiriyordu. Hafta sonu İsrail’in Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılmasını isteyen binlerce insan ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla Fransa’nın çeşitli kentlerinde sokağa döküldü. Doğrusu yıllardır sokaklarda Türk milliyetçilerinin belli gösterileri dışında Türk bayrağını taşıyan kimseyi görmemiştim. Ay yıldız belki de buralarda ve dünyanın dört bir yanında ilk kez bu denli kapsamlı bir uluslararası mücadelenin sembolü oluyordu.
Avrupa Birliği bir yandan, yanına İngilizleri de katan Fransız Dışişleri bakanı diğer taraftan, saldırı hakkında ayrıntılı ve uluslarası bir soruşturma yapılmasını talep ediyordu. Ayrıca, Fransız bakan Bernard Kouchner Gazze’ye giden yük gemilerinin AB tarafından kontrol edilmesini öneriyor, İngiliz meslektaşı William Hague de bu öneriyi onaylıyordu. Söz siyasilerden açılmışken, Nicolas Sarkozy “bu trajedinin perde arkasının ortaya çıkartılmasını” istiyor ve “gücün ölçüsüzce kullanılmasını” eleştiriyordu. Yeşiller “halihazırda işlenmekte olan suçların durdurulması için baskı yapılması gereğini” vurguluyor, Fransız Komünist Partisi ulusal sekreteri “bu katliamdan sonra Fransa ve Avrupa’nın ablukayı derhal kaldırmak için İsrail’e baskı yapması gerektiğini” savunuyordu.
Ne var ki, günler geçtikçe farklı sesler yükselmeye başladı. Fransa’nın medyatik entellektüellerinden Alain Finkielkraut ve Bernard-Henri Levy, İsrail’e karşı dünyanın dört bir yanından yükselen suçlamalara sert tepki veriyordu. Finkielkraut bir devlet kanalında “nefretin birden iplerini kopartarak su üstüne çıktığını görüyorum” derken, Mein Kampf’ın en çok satan kitaplar arasında olduğu” Türkiye’yi ateşi körüklemekle suçluyor. Bernard-Henri Levy (nam-ı diğer BHL), hisse sahibi olduğu Libération’da 7 Mayıs Pazartesi günü kaleme aldığı yazıda, bir yandan gazete yönetimini “hatalı haber” yayınlamakla suçluyor, ardından da saldırı ile ilgili çıkan haberlerin yanlış olduğunu iddia ettiği bilgileri tek tek düzeltiyor. BHL yazısının bir bölümünde Türkiye’yi hedef alıyor. “Ermeni soykırımınından açıkça söz eden herkesi hapse atan Erdoğan’ın İsrail’in ‘devlet terörü’ uygulamakla suçlamaya hakkı var mı?” diye soruyor. Öte yandan, IHH’nın “sözüm ona insani yardım militanları”ndan birçoğunun Cihat yolunda şehit olmayı göze aldıklarının kamuoyuna yansımamasını kınıyor. “Faşislamcı” İsmail Haniye’nin hükümetini devirmek için en iyi yolun askeri abluka olup olmadığını tartışmaya hazır da olsa, BHL “İsrail’i neden savunuyorum” başlıklı yazısında Batılı dünyaya ateş püskürüyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Arap halkları nezdinde desteği giderek sağlamlaşıyor. Ne de olsa Mısır veya Suudi Arabistan gibi ABD müttefiki Arap ülkelerinin yapamadığını yaparak Filistin halkının, daha doğrusu Hamas’ın Gazze’sinin koruyucu melekliğine soyunuyor. İran nükleer dosyasında tuttuğu taraf, İsrail’le yarım yüzyıldır  süren bölgesel ittifakı silmeye hazır olması, unutulan Ermenistan protokolü, kapanan Kürt açılımı, Kıbrıs’ta çözümün ertelenmesi derken, Avrupa ve NATO mu, Müslüman dünyasının (olası) liderliği mi, yakında artık safını açık biçimde seçmek zorunda kalacak.