Karanlık günleri yırtmak bizlerin elinde. Paris Komünü’ndeki barikatlardaki kadınlar gibi, haklarımızı kendi elimizle kazanacağız; kimi zaman yanı başımızdakilerle birlikte, kimi zaman ise yanımızdakilere karşı mücadele ederek

Paris Komünü: Geçmişteki gelecek

GÜNNUR AKSAKAL

“Kadere inansaydım, bu kitabı yazmanın benim alın yazım olduğuna inanırdım.”

Bu sözler, geçen aylarda Türkiyeli okurla buluşan Komün’ün Asi Kadınları kitabının yazarı Gay L. Gullickson’a ait. Yazar, kitabın ortaya çıkmasıyla sonuçlanan 10 yıllık araştırma-inceleme dönemini anlatmaya bu sözlerle başlıyor.

1871 Paris Komünü... “Ayaktakımının korkunç bir başkaldırısı” mı, yoksa “özgür bir toplumun ilk örneği” mi? Üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmiş bu tarihsel deneyim, Ekim Devrimi’nden Haziran Direnişi’ne değin “esas olan dünyayı değiştirmektir” diyenlerin ilham kaynağı oldu. Bu nedenledir ki Haziran’daki “Kırmızılı Kadın” hep biraz Louis Michel’i; elinde bayrakla barikatın en önünde yer alan kadınsa Delacroix’nın Özgürlük’ünü anımsatır bize…

Çağının en ilerici talepleriyle ve halk desteğiyle burjuvaziyi yenilgiye uğratan Komün ve komünarlar için, kadınlar ne anlam taşıyordu peki? Gay L. Gullickson’un çalışması fazla irdelenmemiş bu noktaya ışık tutuyor.

Kadınlar: Suç ya da masumiyet
Paris Komünü’nün kazandığı zafer uzun soluklu olmadı. Ancak, Komün, burjuvazinin uğrattığı yenilgiyle maddi varlığını yitirse de, düşünsel alandaki mevcudiyetini korudu. Özellikle toplumsal cinsiyet tartışmalarının tohumlarının atıldığı bu dönemde hâkim tavır, Komün’ün suçunu ya da masumiyetini komünar kadınlar üzerinden tariflemekti.



Gullickson’un araştırmalarına bakarsak, Komün yanlısı gazeteci-tarihçi Prosper Olivier Lissagaray’a göre Komüncü kadınlar, “yaralı dişi aslanlar”dı, Komün’ün bazı üyeleri içinse onlar, “çocuklarını özgür kılmak için kendini feda eden anneler”di. Komün karşıtı gazetelerse kendini Komün’e adayan kadınları “iblis”,“kaçık”, “fahişe”, “azgın köpek” gibi yakıştırmalarla tarif ediyordu. Ancak, bu şeytani temsillerin zirvesi hiç şüphesiz “şehri ve askerleri yakmakla, yok etmekle” itham edilen komünar kadınlar yani pétroleuse’lerdi. Yaratılan bu kadın imgesi, Komün düşmanları için Komün’ün bütün kötülüklerini simgeliyordu; fakat aynı zamanda bulunmaz bir nimet, bir kurtarıcıydı. Çünkü ordu, Parislileri katlederken bu “saldırgan kadınların” adını kullanarak tüm dikkatleri başka bir noktaya çekmeyi başarmıştı. Tüm basın “Paris’i bir harabeye döndürme amacıyla yakıp yıkan, askerlere petrol bombalarıyla saldıran” bu kadınları konuşuyordu. “Şeytanca tasarlanan bu intikam eylemlerini” Komün’ün başarısızlığını hazmedemeyen kadınların yaptığına inanılıyordu. Abartılı tasvirlerle tüm kadın komünarların birer pétroleuse olduğu, korkunç planlar yaptıkları ve hatta bu planlarda çocukları bile kullandıkları anlatılıyordu.
Olayların yatışmasının ardından, aslında kente büyük bir hasar verilmediği ve hatta yangını çıkaranların erkek olduğu ortaya çıktı. Bazı “dürüst” burjuva gazeteciler de yanıldıklarını kabul ettiler. Ancak kadınlara karşı yürütülen kara propaganda o kadar yüksek perdeden tekrarlanıyordu ki kimse bu “özeleştirileri” önemsemedi. Peki, bu kara propaganda nasıl böylesi bir karşılık bulabilmişti?
Komün’ü mahkûm etmeye çalışan herkes, kadın doğası üzerinden Komün’e saldırıyordu. Zira, sadece Komün karşıtları değil, aynı zamanda birçok erkek komünar da “kadın doğası”nın barikatlarda savaşmaya uygun olmadığını düşünüyordu. Bu nedenle kadınları barikatlardan uzak tutmak için özel çaba harcanıyordu.Onlara göre, doğru olan, kadınların savaşan erkeklere yemek yapmaları, onların tedavisinde görev üstlenmeleriydi. Yani kadınca görevler... Ancak kimi koşullarda bu bile yasaktı. Çünkü, Komünarların bir kısmı için kadınların yeri sadece eviydi. Komün’ün öne çıkan kadın figürlerinden L. Michel, yaralılara bile bakmalarına izin verilmediğini şu sözlerle ifade ediyordu: “Keşke yaralılarla ilgilenmeme izin verselerdi. Engellere, şakalara, düşmanlığa inanamazdınız.”

Aç, yorgun, pis, yaralı, kimi zaman güneşten kavrulmuş kimi zaman yağmurda ıslanmış bedenleriyle tüm kadınlar da erkekler gibi, erkeklerle beraber şehirlerini savunma hakkını kazanmak için mücadele ediyordu. Üstelik bu savaş hayli eşitsiz koşullarda yapılıyordu, zira Komün karşıtları -ve pek çok erkek komünar- savaşçı kadınlara doğrudan cinsiyetleri üzerinden saldırıyorlardı.

Komünar kadınların isyancı karakterlerinin fiziki görünüşlerine de yansıdığı iddia ediliyordu. Örneğin, hiç kimse tutukluluk ve mahkeme koşullarını sorgulamazken, pek çok kişi pétroleuse’lerin davalara pis kıyafetlerle, toplanmamış saçlarla gelmelerini sorguluyordu. Öyle ki bazı fizyolojistler daha da ileri giderek, çirkin buldukları kadınların kesinlikle suçlu; görece daha güzel ve düzgün hatlara sahip olanların ise masumiyete daha yakın olduklarını söylüyordu. Kuşkusuz sınıf temelli bir bakıştı bu; ve tam da bu nedenle burjuvalardan destek buluyordu. Fizyolojistlerin yanı sıra, dönemin karikatüristleri de pétroleuse’leri “ucube mahluklar” olarak tasvir ediyorlardı. Onlar, asi kadınların simgesiydi. Cesareti, ürkütücülüğü, gözü karalığı ve dişiliği, aynı anda bünyesinde toplayan en güçlü kadın temsiliydi. Onlar, her şeye meydan okuyan kadınlardı; en başta da kendi doğalarına…

Pétroleuse’lerin bugün söylediği...

2 yıl önce, Türkiye, tarihinin en büyük direnişini yaşadı. Bu direnişin önemli özelliklerinden biri de kadınların ilk kez bu kadar öne çıkmasıydı. Tıpkı Paris Komünü’ndeki gibi, Haziran karşıtı gazete ve kanallar da kadın bedeni üzerinden bu direnişe saldırdılar. O zamandan beri bu ülkede kadınlar her gün daha karanlık, daha korkulu günlere uyanıyor. Her gün örgütlü gericiliğin ellerinde kadınlarımız can veriyor, tacize uğruyor. Biz de aklımızda “Sıra bize ne zaman gelir?” sorusuyla, tedirginlikle izliyoruz.

Diğer yanda ise, Ortadoğu cehenneminde, özgürlüğü için sokak sokak çatışan kadınları görüyoruz. Rojava’da, Şengal’de bu yürekli kadınlar; köle pazarları kuran cihatçılara karşı tüm bölge kadınlarına umut olan zaferler kazanıyorlar. Kaderlerini kendi ellerine almak için giriştikleri bu mücadelede, düşmanları tarafından tıpkı Komün’ün kadınları gibi çirkinleştirilmeye, aşağılanmaya çalışılıyorlar.
Komün’ün Asi Kadınları’nı bu koşullarda ve bu coğrafyada, hele de bir kadın olarak okumak çok önemli; çünkü bu kitap, karanlık günleri yırtmanın bizim ellerimizde olduğunun umudunu aşılıyor. Paris barikatlarındaki kadınlar gibi, haklarımızı kendi ellerimizle kazanacağız; kimi zaman yanı başımızdakilerle birlikte, kimi zaman ise yanımızdakilere karşı mücadele ederek...