Zenginler Kulübü olarak da bilinen Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2015 gelir dağılımı raporunu yayınladı. Rapora göre zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumu giderek açılıyor; nüfusun en zengin yüzde 10’u, en yoksul yüzde 10’un 1980’lerde yedi katını, 2000’lerin başında 9 katını kazanırken, şimdi 9,6 katını cebine indiriyor.

Genel Sekreter Angela Gurria’ya göre, OECD’nin kuruluşundan bu yana gelir dağılımı uçurumu hiç bu kadar keskin olmamıştı. Üyeler arasında en bozuk gelir dağılımı Şili’de gözlenirken, onu Meksika izliyor. Türkiye alışılageldiği gibi en kötü üçüncü ülke olurken, dördüncü sırada ise ABD bulunuyor.

ABD’de 2013 rakamlarına göre en zengin yüzde 10, en dipteki yüzde 10’un 19 katı gelire sahip. Servet dağılımında daha da vahim bir tablo gözleniyor; en zengin yüzde 10 servetin yüzde 76’sını kontrol ederken, alttaki yüzde 60’ın payına sadece yüzde 2,5 düşüyor. Diğer bir istatistiğe göre de, en zengin yüzde 5’lik hane halkının, ortalamanın 91 katı serveti bulunuyor.

Rapor sosyal eşitsizlik derinleşirken, kısmi zamanlı ve geçici işlerin yaygınlaştığının altını çiziyor. En büyük fatura da, yüzde 40’ı tam zamanlı, düzenli bir işe sahip olamayan 18-34 yaş arasındaki genç kuşaklara çıkıyor.

Çarpıcı olmakla birlikte, tüm bu istatistiklere üç aşağı beş yukarı benzer çalışmalarda rastlamak mümkün. Bu raporun önemi, OECD’nin ilk defa eşitsizliğin büyümeyi de aşağı çektiğini itiraf etmesinden kaynaklanıyor. Çünkü Paris merkezli kuruluşun da savunucusu olduğu neoliberal öğreti, zenginlerle yoksullar arasındaki farkın açılmasının korkulacak bir yanı olmadığını savunur. Böylelikle altta kalanların daha fazla çalışmak, daha eğitimli olmak, daha çok risk almak için motivasyonu artacak, bu da etkinlik ve büyümeyi olumlu yönde etkileyecektir.

Gelir dağılımı bozukluğunun, ekonomik fırsatları sadece zenginlere tanıması; yoksulların çocuklarının eğitimini finanse edememesi sonucu, gelecekteki gelir kazanma potansiyellerini de heba etmesi benzeri olumsuz sonuçlarına değindikten sonra, OECD baklayı ağzından çıkarıyor: ampirik çalışmalar, gelir adaletsizliğinin uzun vadede büyümeyi olumsuz etkilediğine işaret ediyor. IMF tarafından gerçekleştirilen ve gelirin vergiler ile sosyal programlar yoluyla yeniden dağıtımının büyümeyi canlandırabileceği sonucuna varan Jonathan Ostry’nin bir çalışmasına değinerek de bulgularına dayanak arıyor.

Peki bu raporun 7 Haziran seçimlerine gidilirken Türkiye’deki tartışmalarla bağlantısı ne? Çünkü Brezilya’daki, Arjantin’deki, Meksika’daki gelir bölüşümü bozukluğunu azaltmaya yönelik sosyal programların olumlu sonuçlar verdiği kabul ediliyor. Bu anlamda muhalefet partilerinin, AKP çevrelerince “uçuk” bulunarak mahkûm edilmeye çalışılan önerilerinin, iyice tavsayan ekonomik büyüme performansını da olumlu etkileme potansiyeli bulunduğu açıkça ortaya çıkıyor.

IMF DE İTİRAFÇI OLDU
OECD’den önce önemli bir itiraf da IMF’den gelmişti. IMF’nin yayın organı Finance and Development dergisinin Mart 2015 sayısındaki Florence Jaumotte ve Carolina Osorio Buitron’un çalışması sendikalaşmadaki gerilemenin, gelir dağılımı bozukluğunun temel nedeni olduğunu ortaya koyuyor. Bulgular, en tepedeki yüzde 10’un pastadan yüzde 5 daha fazla pay alır hale gelmesinin, yüzde elli sendikalardaki zayıflamayla açıklanabileceğini ortaya koyuyor. Bu korelasyonu, “zayıflayan sendikalar nedeniyle şirket kararlarında işçilerin etkisinin azalmasına”, “şirket yöneticilerinin ve hissedarların gelirlerinin dizginsiz artmasına” dayandırıyorlar.

Zahmetli bir ekonometrik çalışmadan sonuç çıkartmaya gelince de, fazlaca pısırık davranıp, “zayıflayan sendikalar nedeniyle eşitsizliklerin artmasının toplum için iyi olup olmadığı açık değil” demekle yetiniyorlar. Bizim cevap vermemize gerek kalmadan OECD gelir adaletsizliğinin büyümeyi yavaşlattığını kanıtlayarak, son noktayı koyuyor.

KISSADAN HİSSE
“Sendika olmayan bir sendikayı” kenara iterek kendi hakları için, çocuklarının geleceği için direnen, mücadele eden metal işçileri aslında herkese önemli bir ders veriyor. Evet bizler emekten, örgütlü toplumdan yana olduğumuz için doğal bir refleksle direnişin arkasındayız.

Gelgelelim metal işçilerinin taleplerine kulak vermeyip, “milli ekonomiye verilen zarardan” dem vuranları uluslararası sermayenin ideolojik karargâhları OECD ve IMF bile yalanlıyor. Diğer bir ifadeyle, metal işçilerinin mücadelesinin hem toplumdaki gelir dağılımı bozukluğunun giderilmesine, hem de dolaylı olarak uzun dönem büyümeye katkı sağlayacağını son dönemdeki araştırmalar kanıtlıyor. Bu nedenle dünya işçilerinin kalbi Bursa’da, Ankara’da, Kocaeli ve Sakarya’da atıyor.