Aracın müzik kutusunda kentin özgün yerel radyolarından birinde, sabah Ahmet Kaya ses veriyordu

Aracın müzik kutusunda kentin özgün yerel radyolarından birinde, sabah Ahmet Kaya ses veriyordu: “Artık, namuslu olmak yetmiyor. Namusun mihenk taşında vuruşmak gerek…”

Evet, bir yanımız kar ile boran, öbür yanımız kavurucu temmuz güneşi ise bir kez daha seçime giderken namusun mihenk taşından geçmenin erdemine inanmak gerektiğini samimi olarak düşünüyorum. Ne iktidarın, ne de kendine benzettiği “muhalefetinin” tezgâhlarına gelmeden ama…

Yakın günlerde Demokratik Toplum Kongresinin iki eş başkanını kongrenin açılış konuşmalarında dinledim.

Ahmet Türk diyordu ki; “Seçimlerde seferberlik ruhuna ihtiyaç var. Seçimlerde kimin aday olacağı ve kimin parlamentoya gireceği pek de önemli değil.”

Diğer eş başkan Aysel Tuğluk ise, konuyu biraz daha açarak tamamlıyordu; “Adayların daha özenle seçilmesi gerek. Tarih bilinci kadar, siyasal ve entelektüel birikim de önemli. Farklı inanç, kültür ve siyasal kimliklerden katılım, şart.”

Doğrusu iktidarın kendi “Makbul Kürt”ünü yaratıp ve yaratmakla yetinmeyip allayıp pullayarak “İşte ben böyle Kürtler istiyorum, onlarla varım” demeye getirerek genel seçimlere huruç eylediği bir dönemsel politik süreçte, “halk muhalefetini” hedefleyerek açık alan siyaseti yapanların çok esnek ve dikkatli davranmak, aynı zamanda da meseleyi sadece “Referandum” gibi görmemek düşüncesini aklıda tutmaları gerektiğine inanarak bu satırları yazıyorum…

Umarım geç kalmamışımdır!

Bütün dönemlerde siyasal tercih hakkımı Barış ve Demokrasi Partisinden (Ya da aynı geleneğin kapatılan diğer partileri Hadep-  Dehap ve diğerleri) yana kullanmış bir aydın olarak bu hakkımın olduğunu ve bunu da vurgulamam gerektiğini söylemeliyim. Söylemekle kalmayıp yazmalıyım da…

Yeni dönemde beklenti büyük çünkü siyasal çıta hayli yüksek! Ve doğal olarak BDP’nin önünde çok tarihi fırsatlar var. Bu fırsatları kullanıp “tarih yazmak” çok mümkün! AKP iktidarı ve siyasal muadili milliyetçi muhalefeti, yalnız Kürt Sorununda değil, Türkiye’nin demokrasi sınavında da sınıfta kaldılar. 1950’li yılların sonundaki Demokrat Parti’nin yaptıklarından daha da fazlasını yaparak “muhalif” olanı sadece susturmakla kalmayıp, olmadık savlarla “rehin tutma” kararlılığında ısrar ediyorlar. “Kürt’süz” ve “demokrat’sız” bir 2011 seçim öncesi “baharı” düşlüyorlar.

Böylesine anti-demokrat, hükümran ve buyurgan bir muktedirlik despotluğu, ister istemez “demokrasi güçleri”nin elini güçlendiriyor.

Kanımca sözün tam da bu noktasında çok haklı bir noktadan baktığını düşündüğüm Öcalan’a referans vermek gerek. Diyor ki Öcalan 2 Mart tarihli ve 4 Mart’ta basına yansıyan avukat görüşmelerinde; “Koşullar uygunsa çeşitli kesimlerle ittifak söz konusu olabilir. Diğer sol partilerle, demokrasi güçleriyle, azınlıklarla, sendikalarla, çevreci gruplarla, Yeşillerle ortak bir demokratik blok oluşturulabilir. Yani bütün ezilenler, sistemden şikâyetçi olan muhalif güçler ve Kürtler bu blokta yer almalıdır… Batı’daki adaylar tanınmış ve demokrat adaylar olmalı. Öyle adaylar olmalı ki aldıkları Kürt oyu kadar da Türk oyu alabilmeliler…”

Kürt Siyasal Hareketi tarihi bir dönemeçte bulunuyor. Kürtlerin olmazsa olmazları var; Anadilde Eğitim, Demokratik Özerklik ve Kürtlerin kendi içlerinde birlikleri için yeni güçbirlikleri… Türkiye kamuoyunun ise demokrasi talebi…

Bütün bu ilişkilendirmeyi doğru bir zemin, seçim politikası ve adaylar üzerinden gerçekleşebilir ortaklaşacıklarla başarmak ve tarihe geçirip kayıt altına almak mümkün.

Ortak paydasının; yüzü sola dönük olan, demokrasiyi temel alan, emek perspektifinden bakan ve (Kürt) yoksulluğunu bertaraf etmeyi hedefleyen bir eksene şiddetle ihtiyacı var.

Mevcut parlamento, emek ve yoksulluk üzerinden konuşulmasını ve çözüm üretmeyi neredeyse unuttu. Arada bir değinip geçen BDP’li vekilleri ise “taşlamadıkları” kalmış. Sadece Kürt vekilleri değil, Kürtler adına hak talep eden kimi şahsiyetleri de, demokrasi isteyenleri de susturuyorlar. Susturmakla kalmayıp “kodese” tıkıyorlar.

Bu parlamento Ermeni, Süryani, Alevi ve diğer halklar ve mezheplerden olanların sesini Sünni ve Türk olmadıkları ve yüzde 99’luklar diye tabir ettiklerinin içinde “yer almadıkları” gerekçesiyle susturuyorlar.

O halde seslere ses katmak ve sesleri “sınıf intiharından” geçirerek, emeğin ve yoksulların ortak Kürt ve demokrat sesi olarak seçim meydanlarında dillendirmek için hep birlikte güçlü bir varoluşa evriltmek gerek.

Batıda, Osman KAVALA gibi, Sırrı Süreyya ÖNDER gibi, Ertuğrul KÜRKÇÜ gibi, Ayşegül DEVECİOĞLU gibi, Murathan MUNGAN gibi meclisin ezberini bozacak ve referanslarını soldan alan ilkeli tutarlı şahsiyetlerin adaylığına ihtiyaç var. Mesela soyu kıt’ale uğramış olanların sesi olsun diye Mıgırdiç Margosyan’ı Diyarbakır’dan bir Ermeni vekil olarak Ankara’ya göndermeye ihtiyaç var.

Doğuda Kürt cenahında ise; Kürt mücadelesinin sadece Milli mücadele değil Kürt yoksullarının sınıf mücadelesi de olduğu gerçeğini içselleştiren ve Kürt siyasal mücadelesinin yoksul Kürt çocukları üzerinden şekillenen bir hareket olduğu gerçeğini özümseyen “sınıf” tercihini doğru kavrayan adaylara ihtiyaç var.

Ayrıca önümüzdeki dönem itibariyle gerek Avrupa, gerekse dünyanın diğer bölgelerinde Kürt siyasal mücadelesinin “diplomatik” ayaklarının da doğru zemin üzerinde şekilleneceği noktasından hareketle; entelektüel birikimi hayli yüksek ve dil bilen “diplomat adaylara” ihtiyaç var.

Kürtlerin kendi içlerindeki birlikteliği daha da güçlü kılabilmek için bir şekilde bugüne kadar tercihlerini Kürt siyasal hareketi dışında kalmak şeklinde kullananlara da “birliktelik” manasında bir fırsat vermeye ihtiyaç var.

Kürtler; kadın veya erkek, markalı giysileri ile nispet yapan, dört çarpı dört araçlarıyla seyrüsefer eden ve değerleri sağdan bolsıfırlı dolarlarla telaffuz edilen korunaklı steril villalarda yaşayan, ‘Kürt temsiliyeti gerekiyorsa bu hak da bize düşer’ demeye getiren potansiyel aday adaylarına kapılarını kapamak zorundalar. Bu seçim bu anlamda bir yol ayrımı olmalıdır. Bu ince eleyicilik şu an vekil olan kimilerinin yeniden adaylığı için de söz konusu olmalıdır.

Bu bir tarihsel dönemeç noktası, karar ve tercih sürecidir. Referanduma, seferberliğe evet, ama doğru ve nitelikli adaylarla evet…

Sizi bilmem. Ama ben, kendi adıma konuşuyorum. Elbette bu seçimlerde de BDP derim. Ama yoksul ve emekçi Kürt halkını temsil edeceğine yürekten inandığım, Kürt halkının değerlerine saygılı, kameraları ve basını her gördüğünde adeta “Beni seçin beni! Beni görüntüleyin ki seçilme şansım artsın” demeye getirmeyen, yoksul halkın yaşadıklarını kendi siyasal kariyerine malzeme yapmayan, namusun mihenk taşında bilenmiş şahsiyetlerin seçilmesi için aday olarak belirlenmesine şimdiden evet diyorum…

Not: İsviçre’de Lozan ve çevresi Vaud kantonundan yerel seçimlerde aday olan Diyarbakırlı İhsan Kurt arkadaşıma başarılar diliyorum.