Bir kenti satranç tahtası gibi örgütlemek, yeryüzünü parsellere ayırmak, insanı da parsellerin içine kapatmak demektir. Parsellere kapatılmış olanlar sadece sınırları görebilirler

Parsel parsel eylemişler dünyayı

Yeryüzünü seyrediyoruz ama parseller görüyoruz sadece. Âşık Mahzuni Şerif’in sesi kulaklarımda: “Parsel parsel eylemişler dünyayı”. Sadece dünyayı değil, bakışımızı da parsel parsel eylediler. Birbirine uç vererek yeryüzünü saran sınırsız ilişkiler ağı yerine, parsellerden oluşan bir yapboz var karşımızda. Gözlerimizin ayarlarıyla oynamışlar, yeryüzüne doğrudan bakamıyoruz. Yeryüzüyle aramızda ızgara var, o yüzden parsel parsel. Peki, kim yerleştirdi bu ızgarayı? Eski cumbalı evlerde kadınlar sokağa doğrudan değil, kafeslerin arkasından bakarlarmış. İnsanı kafesin içine kapatırsanız, bakışını da parsel parsel eylersiniz. Bakış, kuş misali özgürce uçmak, olmadık şeylere konmak, şeyler arasında olmadık bağlantılar kurmak ister. Ama olmuyor, bakış kafesin tellerine takılıyor.

Kafesin içinden bakınca parseller görüyoruz sadece. Kafese yerleştirilsek de düşüncemiz göçebe. Düşünce de bakış gibi kanatlanıp uçmak, duvarların, kafes tellerinin ötesine geçmek, bilinmeyen topraklara göçmek ister. Ama sınır boylarındaki dikenli teller derin yaralar açıyor göçebe düşüncede. Düşünmek, sınırların ötesine geçebilmek ve bir içkinlik düzleminde olmadık şeyler arasında olmadık bağlantılar icat edebilmektir. Düşünmek kuşa benzer, suya benzer. Yaralar açılsa da bünyesinde, çarpa çarpa çatlatır duvarları; çünkü çatlakların arasında kaçış çizgileri var. Düşünmeyi, dere yataklarını ıslah eder gibi ıslah edemezsiniz, beton kanallar boyunca akıtamazsınız. Önünü kesmek için yerleştirdiğiniz yasalarınızın bentleri de bir işe yaramaz. Kudretlidir, bir yolunu bulur, yıkar bentleri. Düşünmek, düz yolda yürümek değil, yoldan çıkmak, ara yollar icat etmektir.

Ama biz sadece kompartımanlar görüyor ve yeryüzünün çeşitliliğini “kültür mozaiği” olarak algılıyoruz. Mozaiklemek, ekranda istenmeyen bir görüntüyü sansürlemek için iktidarın kullandığı bir yöntemdir. Görüntüyü bulanıklaştırmak. Yeryüzünü bir kültür mozaiği olarak görüyorsanız hiçbir şey göremiyorsunuzdur demektir. Yaşamın birbirine uç vererek çoğalan kesintisiz bağlantıları, sınırlarla kesintiye uğratılmış ve yaşam kapalı birimlerin, mozaiklerin içine kapatılmış. Mozaik bizi körleştiriyor. Yaşam topluluklarının yeryüzünde ürettikleri kültürlerin, birbirlerine nasıl dokunduklarını, nasıl da iç içe geçtiklerini göremiyoruz.

Yeryüzüne ızgaranın, kafesin arkasından bakmayı yerleşikler icat etmiştir. Izgara kent planıyla yeryüzünü parsellere ayırdık önce. Bir kenti satranç tahtası gibi örgütlemek, yeryüzünü parsellere ayırmak, insanı da parsellerin içine kapatmak demektir. Parsellere kapatılmış olanlar sadece sınırları görebilirler. Sınırların içinde özerk yaşam hayali kuranlar da onlardır. Hiç kimse özerk değil. Herkesin içinden, tıpkı keçenin dokusunda olduğu gibi, her yöne doğru yeryüzünün kuvvet çizgileri geçer ve her hayat keçeleşir. Keçe, göçebelerin malzemesidir, birbirini dik kesen çizgilerden oluşan dokuma ise yerleşiklerin. Dokumanın ızgara planında özerklik hayali kuran yerleşikler, fark etmeseler de içlerinden geçen kuvvet çizgileriyle göçebeleşmişlerdir. Yeryüzünün kuvvet çizgileriyle kudretlenmeyelim diye parsellere kapatıldık. Baktığımızda her şey parsel parsel bölünüyor.

Hepimiz Albrecht Dürer’in perspektif aletinden çıktık. Dürer’in çiziminde erkek bir ressam, karşısında uzanmış bir kadın ve aralarında ızgara vardır. Ve ressamın önündeki kâğıt da parsellere ayrılmış. Eril iktidarın kadın bedenini bir arazi parçası gibi parsel parsel kâğıda geçirerek kendi mülkü kılmasıyla, yeryüzünü parsel parsel mülkiyetine geçirmesi arasında bir fark yok. Nitekim Edgar Degas’nın 1892 tarihli “Kıyı Manzarası”sına dikkatle baktığınızda arazinin topografyasıyla kadın bedeninin örtüştüğünü görürsünüz. Günümüz fotoğraf sanatçısı Carl Warner kadın bedenlerinden peyzajlar yaratmıştır. Bedenler, fethedilecek ve parsellere ayrılacak arazi. Yunanca “nomos” hem yasa hem de bir arazinin sınırları anlamına geliyor. Izgara plan iktidarın “nomos”u, yani namusudur. Izgaranın, kafesin arkasından bakıyoruz ve yeryüzü bir yapboz bulmacası olarak uzanıyor önümüzde. Yapbozdaki eksik parçaları tamamlamaya koyulduğunuzda iktidar gibi bakıyorsunuzdur hayata, iktidar gibi düşünüyorsunuz. Ya da düşündüğünüzü sanıyorsunuz. Oysa düşünce göçebedir. Bakışımızı iktidarın ızgara planından kurtarmalıyız önce; gerisi kolay. Gerisi özgürlük!