Yazı başlığı 40 yaş ve üstü okurlar bakımından heyecan yaratmış olabilir. Ne var ki burada, başlığın uyandırdığı muhtemel beklenti ile pek ilgilisi olmayan bir tartışma yürüteceğim. Yazı şu soruyu tartışacak: Türkiye’nin siyasi çözüm bekleyen sorunları, siyasi parti tipi bir örgütlenme ile aşılabilir mi? Bu soru, kitle-kadro partisi ayrımı yapmaksızın, siyasi yelpazede işgal edilen yere bakmaksızın, tartışılmasında yarar olan bir sorudur. Bu tartışma bakımından Altılı Masa iyi bir örnek olay olarak görülebilir.

Türkiye bağlamı dışında, siyasi parti tipi örgütler hakkında zaten canlı bir tartışma yürüyor. Asli biçimini 20. Yüzyıldan alan geleneksel siyasi parti tipi örgütlenme, dijital kapitalizm çağında hala işlevsel midir, yoksa karşımızda gerçek işlevi ortadan kalkmış bir ritüel mi söz konusudur, gibi sorular etrafında zengin bir uluslararası literatür oluşmaktadır.

Uluslararası katkılar, Türkiye bağlamı bakımından da ufuk açıcı olabilirler; ancak burada konuyu sadece Altılı Masa’ya referansla tartışacağım. Gerçi resmi adı Millet İttifakı oldu ama ben hala Altılı Masa demeye devam edeceğim; zira masa ve sandalyeler, bir metafor olarak derdimi anlatmakta epey işlevsel olacak.

NE GİBİ FARKLAR VAR?

30 Ocak günü açıklanan Ortak Politikalar Mutabakat Metni ile bir yıllık bir geçmişe sahip bulunan bu ittifak, Masa olarak davrandığında Erdoğan rejiminden bıkmış geniş kitlelerde ilgiye mahzar olurken, birer sandalye olarak ön plana çıktıklarında, derin endişelere yol açmaktadırlar. Peki, bu basit gözlem bize ne söylüyor olabilir?

Bu öyküde sandalye siyasi partiyi, masa ise ortak iradeyi imlemektedir. Ne var ki, özellikle masa imgeleminin altı partide bir karşılığının olduğunu söylemek zordur. Masanın, kurucu ortak irade özelliği, daha çok muhalif kolektif seçmen beklentisiyle ilgilidir. Diğer bir ifade ile Millet İttifakı’na atfedilen bir değer söz konusudur. Oysa her bir sandalye sahibi masayı, ortak irade merkezinden ziyade bir koalisyon zemini olarak görmektedir. İkisi arasında ne gibi farklar var sorusu sorulabilir.

Masa; siyasi partiler koalisyonu değil de ortak irade merkezi olarak kavransaydı, bir yıl boyunca eş zamanlı olarak ortak irade merkezleri farklı ölçeklerde (il, ilçe, semt, mahalle, köy gibi) inşa edilmiş ve işlerlik kazanmış olurdu. Aynı şekilde, masa masa olsaydı, ortak kurucu iradenin kapsayıcı rengi içinde her bir sandalye, kendi rengini yeniden oluşturmaya açık hale gelirdi. Oysa durum böyle değil; mevcut koşulların çelişkili karakteri, koalisyon ya da ittifak tipi örgütlenme ile cephe tipi örgütlenme arasındaki farklılıklarla ilgili. Burada ilki olanı, ikincisi ise ihtiyaç duyulanı ifade etmektedir. Şöyle ki:

Türkiye Cumhuriyeti; kurucu sütunları harap edilmiş, toplum olma hasleti çözülmüş bir ülke olarak, ikinci yüzyılın hemen başında yeniden kuruluş gereksinimi içindedir. Esasında bu nesnel gereksinim geniş çevrelerce de görülmektedir. O halde, soru şudur: Kurucu irade gereksinimini hangi örgüt tipi karşılayacaktır? Bu soruyu ete kemiğe büründürdüğümüzde, yazı başlığındaki tercihle karşılaşırız: Siyasi parti mi, cephe tipi örgütlenme mi?

YENİDEN İNŞA GERÇEĞİ

Örneğin Türkiye Cumhuriyetini kuran örgüt, Kuvva-i Milliye, iktidar namzedi bir koalisyona mı, işgalden kurtulmayı ve bağımsızlığı arzulayan iradenin cephe örgütüne mi yakındır? Koalisyon olmadığı herhalde nettir. Tarih tabi ki tekerrür etmez. Marx’ın “ederse de...” diye devam eden o ünlü tiradı hatırlardayken, geçmişi olduğu gibi bugüne taşıyan düşünce biçimleri ile işimiz olmaz. Asıl olan Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunun, toplum ve ülke olarak bir yeniden inşa sorunu olduğu gerçeğinin saptanmasıdır.

Yeniden inşa, kurucu irade iddiasını gerektirir; bu iddianın örgüt formu, açık ki cephe tipi bir örgütlenmedir. Siyasi partilerin hem kendileri hem de oluşturdukları birlikler, partiler koalisyonu/ittifakı gibi davrandığı ölçüde, yeniden inşanın nesnel sorumluluklarını üstlenemeyeceklerdir. Bu husus özellikle işçi sınıfı sosyalizmi akımının bu topraklardaki temsilcileri bakımından büyük önem taşımaktadır. Kendi memleketinde mülteci gibi yaşamaktan, kendi derdi ile dertlenmekten bıkmış olması beklenen sosyalist kadrolar, “hadi gali…”.