Dün tam 20’nci yılını dolduran AKP iktidarının bu ülkeye verdiği zararlar, değil bir köşe yazısına, raflara sığmayacak, 88 cilt boyutunda bir ansiklopediye eşdeğer bir boyuta ulaşmaktadır. Siyasetin ve yaşamın her alanında yarattıkları yıkım, ülkeyi hem pratikte hem de eğitim ve hukuk sistemi üzerinden yaptıkları tahribat düşünülürse, kalıcı olarak ağır bir enkazın oluşumu anlamına gelmektedir.

Ancak (ATATÜRK’ün Gençliğe Hitabesi’nden ödünç bir tabirle) "bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere", asıl yıkımı çağdaş ve demokratik bir devlete karşı gerçekleştirerek en büyük kötülüğü de başarmışlardır. O da, "Mademki iktidar biziz, devlet de biziz, tüm kurumlar da, tüm bürokrasi de, hattâ yargısı dahil, bürokratları dahil tüm devlet mekanizması bizim elimizde istediğimiz gibi kullanabileceğimiz bir oyuncaktır..." anlayışıdır.

Valisinden, en basit bir bankonun arkasında kamu görevi yapan kıdemsiz memuruna, askerinden polisine herkesi birer "Parti Eri" gibi gören bu zihniyet, 99 yıllık Cumhuriyetimize verilebilecek en kabul edilemez zarardır.

***

Monarşilerden, saltanattan farklı olarak, çok partili demokratik rejimlerin en önemli özelliği, "kim gelirse gelsin kim giderse gitsin, devletin kurumsal olarak baki ve saygın kalması, zedelenmemesi, yara almaması" ilkesi değil midir? Devlet denilen yapı da kurallar ve kurumlar kadar tek tek insanlardan oluştuğuna göre, o insanların birer devlet (dolayısı ile millet) hizmetkârı (İngilizce: Civil Servant - Fransızca: fonctionnaire d’Etat) olmasının anlamı budur. Eğer bu insanları, parti politikaları ve pratikte parti faaliyetleri çizgisinde hizmet yapmaya zorlarsanız, hatta ve hatta onları parti etkinliklerinde ve günlük siyasette birer "araç-alet-aygıt" olarak kullanmaya kalkışırsanız, sadece o insanlara değil, devletin temel felsefesine de haksızlık, aynı zamanda da hakaret etmiş olursunuz.

Salı günü AKP Genel Başkanı’nın, çift şapkası nedeni ile adeta "Parti Genel Merkezi" gibi kullandığı Saray’ında gerçekleşen bir törende, devletin polisine "parti marşını" ya da bir parti etkinliğinin "tema müziğini" çaldırıp (gazinoda istek parça ısmarlar gibi) da maiyeti ile birlikte alkış tutması, tam da bu anlamda zurnanın "zort" dediği yerdir. Zurnanın "zort" demesi kadar da itici (gençliğinde zurna çalmış amatör bir müzisyen olarak iyi bilirim) bir durum yoktur demokrasilerde.

Zaten bir gece önce, ana muhalefet partisi liderinin İçişleri Bakanı’nı hedef alan konuşması ve hükümetin başarısızlıklarını eleştiren, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para ile mücadele temalı konuşmasına, (üstelik de bakan bey, doğru ya da eğri cevabını vermişken) ilave sert cevapların Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndan gelmesi, bununla da yetinmeyip genel müdür ve komutanın, ana muhalefet lideri hakkında yargıya başvurmaları, "Zort" notasının bile 5 kat sevimsizleştiği anlardı.

Valilerin ve hattâ "iyice zortlama anlamına gelen" üniversite rektörlerinin, fakülte dekanlarının, müftülerin bile AKP il - ilçe örgütü, ocak - bucak başkanı gibi "Reis övgüsü" yaptıkları, yakın bir tarihte bir generalin, iftar sofrasında (muhalefetin aşağılandığı) siyasi bir nutku alkışlaması, zaten bu tatsız ve yamuk senfoniye eklenmiş "Zort Bemol" ve "Zart Diyez" notaları değil miydi?

İktidar mensuplarının «ev hizmetlisi» gibi davrandıkları koruma memurları, AKP yerel parti örgütlerinin adeta "Kendilerine bağlı özel güvenlik" muamelesi yaptıkları polis memurları, birlikte "çay toplama etkinliğine" götürdükleri yüksek mahkeme yargıçlarını hatırladıkça, o tiksindirici senfoninin, mide bulandırıcı notaları, hâlâ kulaklarımızı tırmalamıyor mu?

Bütün bunlardan zarar görenin, sadece bu olayların odağında ve şu veya bu nedenle bunları sineye çeken "Hizmetkârlar" olduğunu sanmıyoruz herhalde? Vatandaşın devlete olan güveni ve saygısı da dışarıda itibarımız da giderek eksi seviyelere inmekte, asırlık Cumhuriyetimiz yara üstüne yara almaktadır. Bunların yerine gelebilecek herhangi bir yeni iktidar partisinin, bu enkazı kaldırması, bu hasarı gidermesi, sanıldığından da uzun bir süre alacaktır.

***

Ağzını her açtığında hakaretin ve küfrün hesabını bile tutmadan ulu orta "sallamayı" büyük bir marifet sayan bir şahsın, oturduğu «memleketin en üst makamının» saygınlığına verdiği hasar da bu "Zortlatmalı Senfoni"nin ayrı bir partisyon sayfasında yazılmayı hak etmektedir. Bunların baş müsebbibi "Şahsım"ın, «Yau, be, lan, sıkıyorsa...» diye seslendiği kalabalıkların da, muhalefet liderine "Keemaaal Pabucu Yarıııım" diye Meclis çatısı altında aşağılayıcı besteler yapması tesadüf müdür? Bakanların, en başta da Anayasa’nın "suçluyu kovalama görevini" verdiği bir bakanın "Kaset şantajı, bacak kırma, kafa patlatma vb." suç içerikli konuşmaları, yukarıda örneklerini saydığım "Partiyi devletleştirme, devleti partileştirme" pratiğinin tatsız örnekleridir.

Bu dönemin enkazı her anlamda ağırlaşmaktadır.

Özellikle de siyasi ahlak ve etik başlığı altında.