Türkiye geçmişte çok ekonomik kriz gördü, siyasi hataların bedelini çok ağır ödedi. Ancak o kötü zamanlarda krizin müsebbibi olan iktidar ve sermaye grupları “susmayı” bilirdi; şimşekleri üstüne çekmekten çekinir, halini tavrına dikkat ederdi. Zira toplumsal muhalefetin daha örgütlü olduğu, kuvvetler ayrılığının ağır aksak da olsa işlediği, medyanın teslim olmadığı zamanlardı. Elbette o günlerde de güç odakları kendi çıkarını kollar, yarınını garanti altına almak adına her yolu mubah görürdü fakat halkı karşısına almamak için bunu gizli kapaklı yapardı. Bir adım atarken iki kere düşünmek zorunda kalırdı. Bugün ise durum çok farklı. Ağır bir ekonomik krizin içinde debelenirken iktidar sözcüleri ve kimi sermaye temsilcileri halkla alay edercesine beyanat vermekten, alenen cebini doldurmaktan çekinmiyor.

Örneğin elektrik, doğal gaz zamları başta olmak üzere günlük hayatı doğrudan etkileyen fiyat artışlarının halk kitlelerinin iflahını kestiği şu günlerde Meclis Başkanı Şentop çıkıp 22 bin 200 lira alan milletvekillerinin maaşının yetmediğini iddia edebiliyor. Halbuki o Meclis son 1 yılda sadece 5 ay mesai yapmış, çıkan yasaların çoğu halkın ekonomik durumunu daha da kötüleştirmiş, özgürlüklerini sınırlandırmış. İktidar mensupları mağdurun hakkını arayan araştırma önergelerinin tümünü reddetmiş. Ama kimin umurunda! Üniversite mezunu genç işsizliğinin rekor kırdığı, milyonlarca yurttaşın yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede “vekillerin harcaması çok, aralarında kirada oturanı var” demek için insanın izan ve vicdanını yitirmiş olması gerekir.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun ve eşinin evine devletten toplamda 4 maaş girmesini de Şentop “harcama çokluğuna” dayandırabilirdi. Ancak Altun’un eşi kendilerinin uluslararası şirketler yerine devlette görev alarak fedakârlık yaptıklarını ima etti; devlet adamlarının yediklerini içtiklerini sorgulayanların halkı düşünmediğini söyleyerek el yükseltti. Oysaki biat ettikleri rejim “içinde yer almadık” dedikleri uluslararası sermayeye ülkenin yer altı-yer üstü kaynaklarını peşkeş çekiyor. Onların da sesi soluğu çıkmıyor. Kendileri şimdiki makamlarda değilken; seçkincilikle, halktan kopuk olmakla suçladıkları devlet adamları arasında kaçı karı-koca evine 4 maaş götürüyordu bilinmez ama bu kibrin AKP’lilere özgü olduğu aşikâr.

Yatta toplantı yapan AKP Gençlik Kolları’ndan huzur hakkı adı altında her ay milyonlarca lirayı cebine indiren belediye başkanlarına aynı fotoğrafın başka çürümüş yanlarını görüyoruz. Tanık olduğumuz, tek adam rejimi etrafında kümelenenlerin oligarşik bir düzeni “parti için, halka rağmen” sürdürme ısrarı. Rantın en büyüğünün tepeden dağıtıldığı, aşağıdakilerin buna itiraz etmemek şartıyla kendi nüfuz alanlarında “artığa” razı olduğu bu düzen halkın yalnızca bugününü değil geleceğini de çalıyor. Maden ve enerji şirketlerine yağmalama izni verdikleri o dağlar, akarsular, verimli ovalar geri gelmeyecek.

Ekonomik krizin faturasını emeğiyle geçinen geniş halk kesimlerine kesen iktidar aynı zamanda baskıcı, müdahaleci siyasetine devam ederek ateşle oynuyor. Bir yandan başkanlık sistemini tahkim etmek için yeni kararnameler hazırlanıyor bir yandan da kültürel alana müdahalenin sınırları genişletiliyor. Resmi gazetede ilan edilerek yürürlüğe giren dijital yayıncılık platformlarının RTÜK denetimine tabi tutulması aslında basit bir kontrol faaliyeti değil. Kültürel hegemonya kuramadığından her fırsatta şikayetçi olan iktidarın üretimle yapamadığını zor yoluyla gerçekleştirme arayışının bir parçası.

İktidar biliyor ki yandaş gazeteler okunmuyor, kanalları izlenmiyor. İktidarın gölgesinde mizah, tiyatro yapan, film çeken nitelikli bir iş üretemiyor. Devlet kasasından finanse edilen prodüksiyonlar küçük İslamcı bir grup dışında kimseyi tatmin etmiyor. Ailesi AKP’li, MHP’li gençlerin çoğu dijital medyadaki yayınları takip ediyor, onları konuşuyor. Üstelik o alan seküler-muhalif yaşıtlarıyla ortaklaştıkları mecralardan biri. Hal böyleyken ekonomik olarak sıkışmış milyonlarca genç insana dijital ya da gerçek dünyada kültürel anlamda nefes alacak yer bırakmamanın iktidar için maliyeti çok yüksek olabilir.

Toplumsal muhalefet, bugün bir yandan muktedirin parti için halka rağmen siyasetiyle mücadele etmeli bir yandan da kültürel alanın özgürleşmesini bir politik mücadele olarak sahiplenmeli. Ağacıma, suyuma dokunma diyen yerel halkla dijital dünyama dokunma diyen gençler arasındaki mesafe düşündüğümüzden çok daha az.

Not: Cüneyt ağabeyin zorlu ama bir o kadar kararlı ve verimli yaşam öyküsüne tanıklık etmenin onurunu yaşayan herkesin, BirGün ailesinin başı sağ olsun.