Geçen hafta Mons Savaşı’nın 101. yıldönümüydü (23 Ağustos 1914). 1. Dünya Savaşı’nın en dehşetli çatışmalarından biri olarak tarihe geçen Mons, aynı zamanda meleklerin İngiliz ordusuna yardım ettiği savaş olarak da biliniyor. Efsanenin bir versiyonunda Aziz George (Aya Yorgi) Almanlara karşı yardıma geliyor -ki savaşçı azizlerin en önemlisi ve İngiltere’nin koruyucu azizidir- bir başka versiyonundaysa İngiliz ordusu kendilerini çevreleyen sis bulutu sayesinde mutlak bir felaketten kurtuluyor.

Uzun bir zaman boyunca unutulmaya terk edilen bu hikâye, 1991 yılında yayılan “Bir Mons filmi yapılacak, başrolünde de Marlon Brando oynayacak!” dedikoduları sayesinde kısa süre için yeniden popülerleşti. Söylentiler arasında inanılmaz şeyler vardı: Güney Galler’de bir antikacıda tesadüfen Doidge adlı bir asker-kameramanın 23 Ağustos 1914 günü Mons cephesinde çektiği bazı görüntüler bulunmuştu. söylendiğine göre bu eski filmlerde elinde kılıçla bir melek ayırt edilebiliyordu -kanatları, beyaz sarisi ve altın sarısı uzun dalgalı saçlarıyla tam bir ikonik melek...
Ne ilginçtir ki benzer olaylara bir yıl sonra Çanakkale Savaşları sırasında da rastlandı. Ama melekler ve diğer ilahi güçler saf değiştirmişti, bu sefer İngilizlere karşı Osmanlıyı destekliyorlardı.

Bu tür ‘savaş mucizeleri’ 1. Savaş’tan sonra azalarak bitti -en azından Batılılar için... Kurban kesmekten başlayıp toprak ve bayrağı kanla sulamaya kadar giden bir yelpazede kan dökmenin kutsandığı, ‘Allah için savaş’ inancının neredeyse okulöncesi eğitimden başlayarak gencecik insanların zihninde şehadet kavramı üzerinden sürekli yeniden üretildiği bizimki gibi Doğu kültürlerinde ilahi yardım hikâyeleri hâlâ sürüyor; Kore Savaşı sırasında sırf Müslüman Türk askerler düşman uçaklarına görünmeden bayram namazı kılabilsin diye Allah tarafından gönderilen bulutlar veya Kıbrıs ‘Barış’ Harekâtı sırasında Mehmetçiğin yardımına koşan evliyaların öyküleri her yıl bir şekilde gündeme getiriliyor. Hatta bir Samanyolu TV dizisinde peygamber Muhammed PKK ile savaşan Türk askerlerine görünüp onları kutsamıştı, hatırlarsınız.

Marlon Brando’nun da alet edilmeye çalışıldığı ‘Mons meleği’ hikâyesinin büyük bir kandırmaca olduğu 2002’de ortaya çıktı. Bir meleğin göründüğü Doidge filmi diye bir şey de yoktu; bunların hepsini paranormal olaylarla ilgili kitabı satmayan Danny Sullivan, bir PR çalışması için uydurmuştu.

Türkiye savaş tarihindeki Mons benzeri okültist söylentilerin gerçek kökenini ortaya çıkarmak mümkün değil tabii… Ülke nüfusunun önemli bir kısmının bu tür fantastik öykülere inanıyor olması ise işin acı yanı; bu sayede ülkenin en meşhur nekrofilleri -şöyle bir ‘ölüme tapma’ şahikasını nasıl bir insan dile getirebilir ki: ‘’Bu ülke şehit kanlarıyla sulandı, bundan sonra da şehit kanlarıyla sulanmaya devam edecek.”- çıkarları için bir an bile tereddüt etmeden gençleri ölüme gönderirken aklı başında bir azınlık dışında kimsenin sesi çıkmıyor.

Böyle bir atmosfer Kentuckyli Hainline’a pek yakışırdı doğrusu: Kentucky’de yaşayan William Hainline Şubat 2003’te evindeki pencerelerden birinin yanına barbeküyü kurup üstüne doldurduğu balya balya marihuanayı tutuşturmuş, odanın öbür tarafına kurduğu vantilatör sayesinde dumanı şehre salarak Kentucky’yi pasif içici yapmış. Ankara’nın göbeğindeki kaçak yapıda ülkenin kafasını böyle güzelleştirmek için ne yaktıklarını bilmiyorum ama kesin olan bir şey var: Yakıt olarak kan kullanıyorlar...