İsmet İnönü’nün sevilmeyiş nedeni olarak sıkça gösterilen gerekçe İkinci Dünya Savaşı ortamında ekmeği bile karneye bağlamış olmasıydı. Devletçiydi; AOÇ arazisinin kamuya bila bedel bağışlanması İnönü’nün müdahalesiyle olmuştu. Aynı İnönü kaynakları kıstığı için başkent Ankara için öngörülen birçok proje Cumhuriyet’in en parlak döneminde gerçekleştirilememişti.

Ecevit’e yönelik sağ söylemin parmak bastığı nokta da aynıdır; memleket onun döneminde 70 sente muhtaç kalmış, vatandaş kuyruklarda helak olmuştur. İnönü’nü gibi Ecevit’in de paradan ve müsriflikten uzak durduğu bilinir. Onun döneminde de kentler sanayileşmeye feda edilmiştir.

Oysa sağ siyaset için durum tersidir. Onların fıtratında harcamak vardır; hem de kamunun kaynaklarını. Perdeyi Menderes açmış, onun döneminde Türkiye “bollukla” tanışmış, İstanbul’da kamu kaynaklarıyla büyük imar operasyonları yapılmıştır. Kalkınmacılık dönemine denk gelen Demirel büyük projelerin, ama özellikle barajların, köprülerin kralıdır.

12 Eylül sonrası sazı eline alan Özal, hepsini yolda bırakmış, büyük ölçekli altyapı yatırımları onun döneminde İstanbul üzerinden memleketi kamu kaynaklarıyla “ihya” etmiştir.

Bu geleneğin temsilcisi olmakla birlikte, Erdoğan liderliğindeki AKP’nin kamu kaynaklarını savurmak konusunda hakkını teslim etmek zorundayız; Erdoğan daha şimdiden Menderes, Demirel ve Özal’a üç-beş tur bindirmiştir.

Görünen o ki önümüzdeki günlerde Erdoğan bu muazzam mesafeyi daha da açacak. Şimdilik 1 milyar 300 milyon lira harcanan Aksaray, Erdoğan’ın bu performansına bakıp, kendisine verdiği bir ödül ve arkası mutlaka gelecek! Bir başka anlatımla Aksaray ve onda ifade bulan betonlaşmış müsriflik ayrıksı bir olay değil; son yıllarda Türkiye’ye damgasını vuran ekonomi, devlet ve yönetim anlayışının bir dışa vurumu ve simgesi.

Ekonomi bir bütün olarak borçlanma ve nereden geldiği belirsiz paralarla kaynak yaratıp, bu kaynakları betona gömerek işliyor. Bu işleyişin direksiyonunda devlet merkezinde ise yeşilin yenilip, betonun kazandığı kentler var.

En büyük havalimanı, kanalı, köprüleri, dört bir yandan fışkıran gökdelenleri ile İstanbul geçen dönemde betona gömülürken, büyük rantların küçük azınlığı hızla zenginleşti. AKP iktidarı bu betondan zenginliğin üzerinde yükseldi.

Aksaray ile gözler Ankara’ya dönmüş bulunuyor. Aksaray, bu müsriflikle şerbetlenmiş pastaya Erdoğan’ın krema döküp, mum dikerek yeni Türkiye’sinin doğum gününü kutlama girişimidir.

Ancak ortaya çıkan bu çirkin pastayı tek başına AKP’ye ihale etmek kolaycılık olur. TMMOB Mimarlar Odası ve kentsel hareketler gibi rant çarkına çomak sokan sınırlı bir kesim dışarıda bırakılırsa, geniş bir kesim uzun süre bu çirkin, beton dökümü pastadan payını alma derdine düştü ve düşmeye de devam ediyor. Betonun önünü açan imar planlarını mahkemelere taşımak yerine, sessizce onaylayarak, kendi paylarını alan birçok CHP’li belediye ortaya çıkan ucubede sorumluluk sahibidir.

Tam da bu nedenle, CHP Genel Başkanı ve milletvekilleri Aksaray’a itiraz ederken, Aksaray’ın yapıldığı alanda sorumluluk sahibi Yenimahalle Belediyesi Aksaray’a yönelik dava açmış mı bilmek hepimizin hakkı! Mimarlar Odası Ankara Şube’si AOÇ’a ilişkin 33 dava açarken, ilgili belediye dava açmıyorsa, bu sessizliğin nedenini bilmek de hakkımız! Benzer biçimde, AOÇ arazisini paramparça eden otoyollara yönelik bu belediye tarafından açılmış davalar var mıdır? Eğer yoksa Aksaray’a kamuoyu önünde yapılan bütün bu yüksek sesli itirazlar bir tutarlılık ve inandırıcılık sorununa işaret edecek.

Pastaya iştah kabartıp, iş krema ve muma gelince itiraz edenler çok uzağa değil, dönüp kendi tarihine şöyle bir göz atmalı; İnönü ve Ecevit’e baksınlar bakalım; hiç pasta yemiş gibi duruyorlar mı?