İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın patlamanın hemen ardından açıkladı

İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın patlamanın hemen ardından açıkladı: “Olay yerinde patlamamış ikinci bomba daha var.”

İşte, asıl korkutucu olan budur! 

Bir bomba patlar, önce dehşete kapılırsınız, ardından infiale… Korkarsınız, üzülürsünüz, öfkelenirsiniz… Dün Taksim alanında önce böyle oldu, yani tek kelimeyle lanetlenmesi gereken bir olay meydana geldi…

Ama bir de patlamamış bombalar varsa… Bombalar… Canlı bombalar…

Hani diyorlardı ya, “turpun büyüğü heybede” diye… Şimdi, demek ki, her kesimin, yani birbirine karşıt, düşman, yandaş, müttefik ya da uzlaşmaya hazır her kesimin torbasında, aslında patlamamış birer bomba da var…

Üstelik, öyle görülüyor ki, dün patlayan bomba “zaman ayarlı” idi. MGK’de kırmızı kitabın içeriği değiştirildi, iç tehdit kavramı kaldırıldı deniyor. Yani? Bir bakıma Kürtler de artık iç tehdit sayılmıyor. Karayılan sivil hedeflere yönelik eski saldırıları konusunda özür dilemişti. Aysel Tuğluk İmralı’ya gidecekti. Ve bombanın patladığı günün, eylemsizliğin son günü olduğunu da herkes bilmekteydi…

Olağan şüpheliler?

Birincisi elbette PKK… Ama olayın sonrasında PKK sözcüsü CNN International’a bu eylemden haberdar olmadıklarını söylemiş… Öyleyse yine aynı soru: Birileri PKK adı altında işler mi çeviriyor ya da PKK içinde “kontrol edilemeyen” bir güç mü var? İkinci sorunun cevabı çok daha önemli ve buna birazdan tekrar döneceğim.

İkinci olağan şüpheli ise meşhur “derin devlet”… Eski derin devletin buna takati kalmadı, yeniden tesis edilen derin devlet de pekala böyle bir halt yiyebilir demek, abartılı bir komplo teorisi… Buna (henüz) biz bile inanmayız. Devleti tamamen kontrol altına almakta olan bir hükümet var şimdi. Ve AKP de, yaptığı işlere “çözüm” demek mümkün olmasa da, Kürt sorununu bir başka boyuta taşımak, yani yok saymamak, çözüyormuş gibi yapmak derdinde…

Evet, öyleyse? Şu saatten sonra Kürt sorunu artık kesinlikle sadece Kürt sorunu değildir!

Cumhurbaşkanı bile bir süre önce “PKK içinde kontrol edilemeyen bir güç” olduğunu söylemişti, bu tespiti kendi üslubuyla PKK yöneticileri de tekrarlamıştı. “Sadece Kürt sorunu” ile “Kürt sorununun maniple edildiği başka sorunlar” arasındaki gerilimin sürüklediği yeni bir dönemeçte olamaz mıyız? Elbette ilk akla gelen, bu dönemecin küresel/bölgesel aktörlerin yarattığı faktörlere, güncel bir dayatma olan füze kalkanından başlayıp geçmişi ve geleceği olan stratejik petrol boru hattı kapışmalarına dek uzanan geniş bir menzile açılıyor olması… Yani hem TC devletinin başının hem PKK’nin başının sözünü ettiği “kontrol edilemeyen gücü” kimler kontrol ediyorsa, rotayı da onlar değiştiriyorlardır.

Şimdi bu haliyle Türkiye’nin üzerinde bir “terör hayaleti” dolaşıyor. PKK bu hayaletin kendi yansıması olmadığını kesinlikle reddederse, diyeceğiz ki, biz bu korku filminin senaristini de, rejisörünü de biliyoruz! Bunlar “eski düşmanın, tehdidin” ortadan kalkmakta olduğu bir dönemeçte, yeni bir düşman yaratarak “ya bizden yanasınız ya teröristlerden yana” diye dünyayı esir almaya kalkışan küresel aktörlerdir. Böylece “ne idüğü belirsiz” bir terör hayaletiyle, isterseniz ikinci-el cumhuriyetin totaliter aparatlarına da meşruiyet kazandırırsınız; bunun ötesinde ABD’den mücadele etmek için yardım dilenmek zorunda kalacağınız bir düşmanınız hiç eksilmemiş/kendini yeniden üretmiş olur. Muhtaç pozisyonunuz, şantajlara boyun eğme mecburiyetiniz sürer. Özel olarak Kürt sorunun çözümünde, barışı kiminle yapacağınızı bilemez hale gelir ve hatta artık kiminle savaştığınızı/savaşacağınızı da kestiremezsiniz.

“Hiç de öyle değil, bu iş kesinlikle PKK’nin işidir,” diyorsanız… İşte bu durumda “canlı bomba” metaforu siyasi bir önem kazanır. Bomba ile canlı bomba hem aynıdır hem farklıdır. Aynılık sonuçta, patlıyor ve can alıyor. Ama “canlı” bomba? Adı üstünde, intihar saldırısıdır. Evet, diyelim ki, Reşadiye olayında olduğu üzere PKK bu saldırıyı, yani intihar saldırısını da üstlendi ve “meşru” gördü. Böyleyse, Taksim’de atılan bomba, Kürt sorununu çözmek, çözüme atılan adımları “bu tarzla” hızlandırmak için mi? Ama doğurduğu sonuçlar itibarıyla bu adımları engellemiş olmuyor mu? Yoksa bombanın hedefi, bu sorunun çözülmeyişinin yine ve hâlâ başka alengirli sorunların çözümünde elverişli bir silah olarak kullanılabilmesi mi? İntihar etmek (ya da intihara teşvik etmek), hem katletmek hem katledilmek anlamına geldiğinde bu paradoksun geçerli cevabı var mıdır?

Bu tür soruların “makul” cevapları elbette soruların içinde gizli… Ama yaşanılan süreç görüldüğü üzere akıl dışı, irrasyonel unsurlar tarafından da belirleniyor. Her kesimin, yani birbirine karşıt, düşman, yandaş, müttefik ya da uzlaşmaya hazır her kesimin “heybesinde”, aslında patlamamış birer bombanın olduğu da görülüyor.

Ve böylece zihinlere çakılması istenen asıl soru devreye giriyor: Peki bundan sonra ne olacak, patlamayan bombaların zamanı hangi vakte ayarlı?

Patlamamış bombalar, aynı zamanda patlamaya hazır bombalardır ve toplumsal bir düzleme taşındığında bunun adı iç savaş ortamıdır.