Yargıda, güvenlikte, bürokraside kurulan mutlak hâkimiyet, ana akım medyada da tamamlandı. Burada gözlerin bizim gibi bağımsız medyada görev yapan gazeteci ve yazarlara çevrilmesi doğaldı, öyle de oldu

Patronlar havuza düşerken, bizlere düşen…

“Önlememiz gereken şey, sorumluluğumuzun suçluluğa çevrilmesi ve elli yıl sonra bize şunun söylenmesidir: Bu insanlar bu dünyaya en büyük felaketin geldiğini gördükleri halde sustular.” Sartre’ın yazara yüklediği sorumluluk gazetecide, farklı dallarda eser veren sanatçıda, ülkesine dair endişe duyan yurttaşta yok mu? Bu sorumluluğu, “suçlu biziz, herkes suçlu” gibi eylemsiz bir vicdan söylemiyle geçiştirmek doğru mu? Sistemli, bütünlüklü bir saldırı var ve o saldırının failleri var. Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin emelleri malum, bizimse onları durdurup daha güzel bir ülke, daha iyi bir toplum için atağa kalkmamız gerek.

Doğan Medya’nın havuza dalması, 2019’a giderken Saray’ın karşısına çıkabilecek tüm çakıl taşlarının temizlenmesi ile birlikte düşünülmeli. AKP döneminde sermayeye sunulan büyük imkânların yanında, Saray rejiminin “havuz” diye tabir edilen dar ekibine sunduğu ihale ayrıcalıklarının zenginler sınıfında kimi hoşnutsuzluklar yarattığı muhakkak. Doğan Grubu ile AKP arasında süren kimi gerilimler, son yıllarda Doğan açısından bir esarete dönüşse de, Saray rejimi bunu bile yeterli görmedi. 2019 seçimlerine giderken sağda oluşabilecek herhangi bir rakip ittifakın ya da solda heyecan yaratacak herhangi bir oluşumun bu grup tarafından medyada az da olsa parlatılması bile bıçak sırtı giden süreci baltalayabilirdi. Yargıda, güvenlikte, bürokraside kurulan mutlak hâkimiyet ana akım medyada da böylece tamamlandı. Burada gözlerin bizim gibi bağımsız medyada görev yapan gazeteci ve yazarlara çevrilmesi doğaldı, öyle de oldu. Hayalci olmayalım, tabii ki Doğan Medya’nın muadili olamaz bağımsız gazeteler. Fakat önümüzdeki dönem ikna edilemeyen/itaat etmeyen yüzde 50’den fazla insanın tek sesi olacakları da kesin.
Pierre Bourdieu, “Kitle medyasının davranışlarının temelinde ekonomik baskılar vardır” (1) der. Bunun nedeni medya sahipliğinin son dönemde tamamen sermaye kontrolüne geçmesi ile açıklanmalı. Patronun temel motivasyonunun “şu ihaleyi nasıl kaparım, şu Bakan’a nasıl yanaşırım, bu hükümet bana avanta vermedi, bu gitsin” olduğu bir medya âleminde gazetecinin de örtülü ya da açık olarak sansüre uğrama gerçeği kaçınılmazdı.

Kolektif örgütlenmiş, patronsuz gazete fikri tam da burada açığa çıktı. Ancak teknolojinin pahalılığı, kâğıdın ve dağıtımın yine başka tekeller tarafından kontrol altına alınması bağımsız medya için önemli bir sorun. John Keane, Medya ve Demokrasi kitabında iletişim kanallarının mülkiyeti sorununu teknolojinin “pahalılığına” bağlar (2). Uydu kirası, kâğıdın yurtdışından ithal edilmesi ve dağıtım tekelinin yüksek komisyon oranları… Bu sorunlara bir de açılan davalar, reklam ambargosu ve güdümlü yargı eliyle kesilen para cezaları eklendiğinde ciddi bir maliyet ortaya çıkıyor.

Okur ne istiyor?
Bu zorluğa bir de vatandaşın satın alma/izleme motivasyonu ekleniyor. Yani yurttaşlar gazeteleri “ürün” olarak değerlendiriyor, o üründe de istediği pek çok renkli şeyi bulmak istiyor. Bunda haklılık payı olsa da gazetenin kamusal görevini doğru yapmasının önemi göz ardı edilebiliyor. Haber yerine gelen “içerik” anlayışının giderek “ne satar”a dönmesi ve bunun okurda ve yayında yarattığı diyalektik yozlaşmayı kastediyorum. Patronlar ve yöneticileri; sansasyon, cinsel çağrışım/etkileşim, sonu olmayan merak, provokasyon gibi kavramların satışı nasıl etkilediğini gördü. Bu durumda bir dönem birinci sayfada çıplaklık, arka sayfa güzelleri, içi boş “şoklama” yöntemleri, magazin ve metafizik zırvalar, satış uğruna gazeteleri doldurdu.
patronlar-havuza-duserken-bizlere-dusen-443060-1.
Artık karanlığa boyun eğmeyen milyonlar olarak, irademizi ortaya koyacağımız bir dönemdeyiz. Kimseden bir şey beklemeye tahammülümüz yok, bir şey bekleyecek de kimsemiz yok. Bu dünya, yapılması gereken şeyler dünyası. Yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan dolayı kesecekler cezamızı.


Batı basınında tabloidleşme dediğimiz bu durum “medya ve etik” tartışmalarının başını çekiyor. Kimileri medya içeriklerinde tabloidleşmenin 1980 ortalarından itibaren ortaya çıktığını, kimileri ise daha önceleri de bu eğilimin var olduğunu belirtir (3). Ancak Türkiye’de 80 sonrasında Sabah gazetesinin başını çektiği plaza gazeteciliği dönüşümüyle tüm gazeteleri bu algı farklı veçhelerde ele geçirdi. Okuyucu artık şok edici haberi daha fazla okuyor ve olaya iktisadi yaklaşan medya da bunu göz ardı etmek istemiyordu (4). Habermas’a göre tabloidleşme süreci, “kültür tartışan toplum kavramının yerini kültür tüketen topluma bırakmasının doğal uzantısı” idi (5).

Basının farklı sorumluluklar barındırması gerektiği Gezi Direnişi ile daha geniş kesimlerce anlaşıldı. Patronsuz gazete fikrinin önemi, ülkedeki siyasi kırılma anlarında, (siyasi davalar, Gezi Direnişi, faşist yasalar, özelleştirmeler vs…) daha fazla gündeme geldi. Barry Sanders, “Bilincin (consciousness) Latince kökü (con-sciere) ‘başka biriyle birlikte bilgi sahibi olmak’ anlamına geliyor. Böylece bilinç toplu yaşama ait bir şey oluyor” (6) derken biraz da bunu kastetmiş olmalı.
Ama bağımsız gazeteler ana akımın ticari yöntemlerini eleştirirken “bilmeye gereksinim duyduğumuz bilgiler”i halka sunma, fark ettirme sorumluluğuna da sahip. O yüzden popülerleştirme yaratıcılıklarını kullanmaları gerekiyordu. Dümdüz verilmiş kimsenin fark etmediği haberler, okunamayan ağdalı yazılar, mizah ya da duygu barındırmayan başlıklar, sosyal medya ile etkileşimi olmayan bir anlayış… Bu şekilde fark edilemeyeceğini haykıran gazete BirGün oldu.

VeBirGün
Evet, bu tartışmalar içinde en gözde örneğin BirGün olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. 15. yılına girerken basında kendisine özgün bir yer edinen BirGün, yaptıkları ve yapamadıkları ile “başka bir dünya ve başka bir medya” algısını yeşertti. Son 5 yıldır yaşanan hadiseler sonrası, öneminin geniş kesimlerce anlaşılması, manşetleri, yazarları, yaptığı kimi hamleleri ile BirGün farklı bir noktaya ilerledi. Yarını düşlerken bugünü ihmal etmemek önemlidir. Marcos, “Zapatistalar geleceğe hitap eder. Sözlerimizin bugüne uymadığını fakat tamamlanmamış bir bulmacayı tamamlamak üzere sarf edildiğini söylemek istiyorum” der. Yani yıllardır bıkmadan söylediğimiz sözler belki de bugünler içindi ve bugün söylediklerimiz de gelecekteki bir bulmacayı tamamlamak içindir. Bu arada geçmişte yanlışlıkla gazetedeki bulmacanın yanıtlarını basarak veren bir ekip olarak, kimi zaman Marcos gibi olmasa da yüzümüzü gizlemek zorunda kaldığımızı tebessümle hatırlarım.

Yapmamız gerekenler
Önümüzdeki dönem BirGün’den beklenen daha geniş kesimlere ulaşması, yayınlarını ekranlara da en azından internet olanaklarıyla sunması, haber çeşitliliğini artırması… Tabii bu konuda yurttaşlara düşen de bir görev var. Kâğıt baskıya ilginin azaldığı, internetten okuma alışkanlığının arttığı bir dönemde en azından kurumun bir bütün olarak yaşamasına destek olmak. Kâr etmeyen bu kuruluşlar, yurtdışı fonları ya da farklı ticari ilişkiler içine girerse bağımsızlıkları zedelenebilir. Bu yüzden tek seçenek halka dayalı bir üyelik metodunun hayata geçirilmesidir. Bu eski tarz bir gazete aboneliği değil. Siyasi parti, dernek, gönüllü olduğumuz STK vb… yanında bir de bağımsız medya kuruluşuna cüzi bir katkı ile üye olmak durumundayız. “Gazete alıyorum ya, her gün tıklıyorum, bakıyorum işte” mantığının ötesinde bir sistemden bahsediyoruz. 10-20 bin üyesi olan bir medya kuruluşunun kendi ayakları üzerinde durması ve teknolojiye yatırım yapması mümkün olabilir. BirGün yaklaşık üç yıldır bunun çabasını veriyor.

BirGün Medya, elindeki olanaklarla Web Tv yayını, geniş bir sosyal medya örgütlenmesi, zengin gazete köşe yazarı kadrosu ve etkili bir pazar eki ile fark edilmiş durumda. Tabii ki BirGün’den beklenen başka şeyler de var. Solda bir araya gelmenin tartışıldığı bir ortamda en azından bağımsız gazeteler olarak bir araya gelerek işaret fişeğini çakabiliriz. Ortak bir dağıtım ağı ve ajans fikrini tartışabiliriz. İşsiz kalacak arkadaşlarımız için olanaklar yaratabiliriz. BirGün bu konuda da inisiyatif alacaktır.

Artık karanlığa boyun eğmeyen milyonlar olarak, irademizi ortaya koyacağımız bir dönemdeyiz. Kimseden bir şey beklemeye tahammülümüz yok, bir şey bekleyecek de kimsemiz yok. Bu dünya, yapılması gereken şeyler dünyası. Yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan dolayı kesecekler cezamızı.

1 Akt., Enrico Morresi, Haber Etiği: Ahlaki Gazeteciliğin Kuruluşu ve Eleştirisi, Çev. Fırat Genç, Dost Kitabevi Eylül 2006 Ankara, s.171
2 [2] John Keane, Medya ve Demokrasi, Ayrıntı Yayınları, 1999, s.137
3 [3] Bülent Çaplı, Medya ve Etik, İmge Kitabevi Yayınları, Ekim 2002, s.92
4 [4] Nıchola Reneé Haris, “Tabloidization In The Modern American Press”, Georgia State University, s.14
5 [5] Jurgen Habermas, The Structural Transformation of the Public Sphere, Cambridge, Massachusets, 1989, s.110
6 [6] Barry Sanders, Öküzün A’sı, Elektronik Çağda yazılı kültürün çöküşü ve şiddetin yükselişi, Ayrıntı Yayımları, İstanbul, 1999, s.14