“Başarısızlığa giden yollardan en kesini; kişinin aşırı derece katı olması veya bu tarz davranışlar sergilemesidir. Diğer etkin yol da, uyumsuzluk oluşturmak ve sürekli uyumsuzluk çıkarmaktır. Çünkü iki tür insan kaybeder. Hiçbir şey bilmeyenler ve çok şey bilenler. Ayrıca, başarı için sadece iyi olmak da yetmez. Pek çok açıdan, başarısızlık bir kader değil, seçimdir.” En güzel […]

“Başarısızlığa giden yollardan en kesini; kişinin aşırı derece katı olması veya bu tarz davranışlar sergilemesidir. Diğer etkin yol da, uyumsuzluk oluşturmak ve sürekli uyumsuzluk çıkarmaktır. Çünkü iki tür insan kaybeder. Hiçbir şey bilmeyenler ve çok şey bilenler. Ayrıca, başarı için sadece iyi olmak da yetmez. Pek çok açıdan, başarısızlık bir kader değil, seçimdir.”

En güzel tanım: başarısızlığın bir kader olmadığı ve bir seçim olduğudur.

Bu genel tasvirlerin dayanakları ülkeler arasında değişkenlik gösterir. Bunun dayanağı kültür kodlarındaki farklılıklardır. Kültürün tarihsel sürece dayalı birtakım mutabakatlardan oluştuğunu göz önüne alırsak kalitenin veya deformasyonun içeriğinin toplumun kendi sosyal kodlarında saklı olduğunu görürüz.

Bu kodların kullanımını tetikleyen en önemli neden, etkileşim içinde yaşayan insanların bu sürece dair ortaya koyacağı ret edişle kabul ediş tepkisidir.

Ülke tarihine bakıldığında, siyasi olarak kuvvetli olan iktidar gruplarının ortaya koyduğu değerler bütünün veya sanal kurgunun dayatma ile gerçekler arasındaki yaşanan çelişkilerin topluma yansımasının sonuçları o dönemi tarif eder.

1920 ile başlayan Cumhuriyet döneminin değerler bütünlüğünün üstüne çıkabilecek kurgunun oluşmasına izin verilmemesine rağmen, onu rencide edici dönemlerin tüm baskılarına rağmen, o dönemlere ait tüm yanlışlıkların ve hataların acısını yaşayarak ülke olarak bedelini ödememize rağmen sanal değişimlerin kabul görmemesi ve Cumhuriyet döneminin geçerliliğini koruması çelişkinin analizini en net ortaya koyan kıyastır. Tartışılması gereken konu; bu dönemlerdeki başarısızlıklara rağmen hâlâ aynı feodal kurgunun kendi olumsuzluklarıyla beraber pazarlanarak belirli dönemlerde karşılık bulmasıdır.

Bu, ülke için bir travmadır. Ve kaybedilenler üzerinden verilen zararlar bakımından ülkenin geldiği yerin analizi yapılamıyor. Her yer, ülkenin tüm dinamiklerini taşıyan bir kesiti olduğu için aynı yapı ve travmalardan nasibini alıyor. Spora özellikle futbola bakın!

Bu kadar başarısızlık yaşayan bir branşta, bu kadar yüksek seviyede karşılık bulması ve sadece belirli kişi ve zümrelerin bundan nemalanmasına rağmen, bu nasıl bir başarısızlık pazarlamasıdır ki tepkisel olarak bir ret ediş yerine, aksi gibi karşılık buluyor.

Bunun en temel gerekçesi, kulüplerin ve federasyonun genel kurullarının bu pazarlanan başarısızlığın sağladığı rant kurgusundan nemalanma isteğidir.

Tabii en önemi dayanak burası, ama detaylandırdığımız zaman medyanın bu pazarlamadaki işbirliği ve başarısızlığı olumlu olarak yönlendirmesi çok etkin rol alıyor. bunun yanlış olduğunu herkes biliyor, yani zarların hileli olduğunu, lakin kimse bu başarısızlığa rağmen ele geçirdikleri kaynakları kaybetmek istemiyor. Eee bundan da nasiplenenler de ‘salağa yatıyor’.

Kulüplere baktığımızda neredeyse toplam 14 milyar TL borç batağındalar. Bunun 9,5 milyar TL’si üç büyük kulübe ait borçlar.

Peki, bu borçlanmanın karşılığında hangi başarı diyet olarak ödendi?

Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek ya da yarı final mi, Avrupa Ligi finali mi, Dünya veya Avrupa Uluslar Kupalarında son sekiz ya da son dört mü? Hangisi bu borçlanmanın karşılığı oldu?

Altyapılardan yetiştirilen 5-6 futbolcu iki üç sene de bir transfer olup kaynak yaratarak Avrupa’da majör liglerde mi oynuyor?

Altyapıların kullanılması için Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çok amaçlı tesisleşmeye gidilerek on yıl sonrası için büyük yatırımlar mı yapıldı? Devlet desteği veya sponsorlarla yapılan statlar mı?

Hangisini bu borçlanmanın dayanağı olarak gösterebiliriz. Hiçbirini…

Ortaya tek bir seçenek çıkıyor, başarısızlığın pazarlanmasıyla elde edilen rantın paylaşılması… Hani futbolun toplumsal topraklama aracı olarak kullanılıp ‘afyon’ etkisini göstermesini anlarım. Onun bir siyasi dayanağı olur ve kullanılacak süreç içersindeki beklentileri bellidir ve bunun karşılığı genelde baskı dönemleri içerisinde geçerlidir. Bu bir stratejidir ki birçok lider bunu kullanmıştır.

Ama, insanlara rahat battığı dönem (!) içerisinde, bu kadar rehavete kapılıp hiç bir şey yokmuş gibi davranmanın pişkinliğinin arkasındaki gerekçenin sadece ‘rant’ olması insanın canını acıtıyor.

Ve tepki yok!

Sonunda her oy sadece bir ibradan ibaret. Bir parmak yüz yıllık kulüplerin tüm benliğini çok rahat silebiliyor.

Böyle bir sadakat ve böyle bir riyakârlık arasında gidip gelmenin ahlaki sorumluluğunu hissedememek daha da rahatsız edici bir durum. Yüz yıllık kulüpleri başarısızlık kisvesi altında yönetmeye alıştırmak ciddi bir pazarlama yeteneğidir.

Kalkan parmaklar bunu satın olmuş durumda.