Metin Göktepe’nin katillerinin başı Orhan Taşanlar, İstanbul’dan önce Ankara Emniyet Müdürüydü.

Metin Göktepe’nin katillerinin başı Orhan Taşanlar, İstanbul’dan önce Ankara Emniyet Müdürüydü. Kızılay’da bir memur eylemi olmuş (1994), müdür bey arkasında yüzlerce polis, bir kadın memurun üzerine yürüyüp tokatlamıştı, ben de ‘Devlet Delikanlısı’ diye bir yazı yazmıştım. Başbakan da bana hep işte bu ‘delikanlı’yı  hatırlatıyor, Meclis’te bile arkasında 15-20 korumayla gezerken, Mersin’deki çiftçiye “ananı da al git” diye dayılanırken, herkese şerefsizler, edepsizler diye hakaretler yağdırırken; ama en fazla da, kendi dokunulmazlık zırhına sıkı sıkıya sarılmış, dokunulabilirlere karşı dava üstüne dava açıp açtırırken… Bir de gerçekten şaşıyorum, seçmenin dörtte bir, üçte bir, en fazla da yüzde 47 oyuyla Meclis’in yüzde 70’e yakınını kapatmayı nasıl kendilerine yedirebiliyorlar, içlerine sindirebiliyorlar!.. Ben olsam, utanırdım. Vakıa ben, arabanın arka camına ‘satılık’ diye kağıt yapıştırmaktan da utanırım. Hem o otomobile bin, o da sana hizmet etmeye devam etsin “sahibim” bilerek, hem de “parayı bastırana anında teslim” diye cümle âleme ilân et, arkasından; üstelik kendi satış ilânını da kendisine taşıtarak, hiç çaktırmadan: Başka bir mesleği icra ediyor olurmuşum gibi gelir hep bana.

İnsanın insanlığı, utanabilmesiyle başlıyor; ama, neden utanıp, neden iğreneceği, insan yavrusuna çok küçükten veriliyor, içine işletiliyor; sonradan kolay kolay, belki de hiç değiştirilemiyor: Ben, -bütün Fransa sevgime rağmen- salyangoz yiyemeyeceğim gibi, liberal de olamam. Liberali ise, en güzel Oktay Ekşi tarif etti. Avamî bir tarif ama, siyasal söylemi avamîleştirmenin hem öncüsü, hem de el’an şampiyonu Oktay Ekşi değil, laflarını “ananı da…”yla başlatıp  “… satarım”la bitirenler.

Liberal ahitin temel maddesi “talibi varsa her şey satılır”dır; nitel değerlere yer, değerlere de nitel ölçüt yoktur liberalizmde; her şey değişim değeri üzerinden, yani nicelikler olarak hesaba katılır. Değil ‘kim’, ‘ne’ bile yoktur liberalizmin lugatinde: Sadece ‘ne kadar’. Fiyatını ödeyene her şey/herkes helaldir, liberal düzenin egemenliğinde. Liberalizmin fikrî/siyasî boyutu ise, her şeyi meşrû kılar, sınırsız bir özgürlük adına. Hindu’ysan yengeni yakmak haktır, canlı canlı ağabeyinin cesediyle birlikte, cennette de birlikte olsunlar diye; ya da kadın dediğin, en iyi durumda erkeğin ancak yarısı eden, örtülüp kapatılacak bir cinsel obje, daha 5-6 yaşındaki bir bebeyken bile: Yaşasın ‘inancına göre yaşama özgürlüğü’.

Liberal; ipini hepten kopartmış ya, kavram dünyasında da ne sapık vardır, ne de cani: Kadın eli sıkmak, zina; taşeron kölesi işçi, detektörsüz madende can verdi miydi de, kader; ayrıca ‘güzel’ de ölmüşler, bonus olarak. Bunlardan söz etmek ise, başbakan ilân etti, ‘her şeye maydanoz olmak’; yani, artık yasak. “Asker ne der” büyük ölçüde bitti; ama şimdi de “aman, başbakanı kızdırmayalım” var: Kompozit bir diktatörlük.

Kompozit; zira, muhalifleri de değil, yandaş olmayanları bile akçeli yaptırımlarla yok oluşa götürmek, tam tamına Louis Bonaparte (III. Napolyon) usûlü; muhbirler, gizli tanıklar, sabaha karşı ev baskınlarıyla toplu tutuklama, yargılama ve tasfiyeler, iyice Stalinvari; her türlü incelmişliğe toptan/kökten düşmanlık, adeta Pol Pot Kamboçya’sı; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘kısa adı’ -gramerde kısa ad diye bir kategori yoktur-  AK Parti’dir dayatması ise, atını Konsül ilân edip senatörlere selamlattıran Caligula’yı hatırlatıyor; insanların düşman cephelerde yer almaya zorlanması (bitaraf olan, bertaraf olur) ve yargıya da hükmetme çabaları açısından son dönem Menderes despotizmi; adeta siyasal bir kriter hâline getirilmiş marazî sigara düşmanlığı; ki, bu yanıyla kimi anımsattığını hiç söylemeyelim.

Ve, bütün diktatoryal rejimlerde olduğu gibi siyaset alanını halka kapatırken (yüzde 10 barajı, son KCK tutuklamaları vb…), siyaseti kapalı kapılar ardında gizli müzakere, pazarlık ve mutabakatlar üzerinden yürütmek; tabiî bu durumda da partner olarak ister istemez kimlerin ki silahlara hükmetme gücü var veya öyle olduğu düşünülüyor, işte onları muhatap alıp (Dolmabahçe’de Büyükanıt, İmralı’da Öcalan; Washington’u, Şam’ı, Erbil’iyle dış güçler) onların gönlünü yapmanın peşine düşmek (Habur). Siyaseti sivil halka kapatıp, ancak silah gücüyle yapılabilir kılmanın yegane mümkün sonucu ise tam tamına şudur: Birileri silah bıraksa bile -ki, ancak elindeki silah sayesinde sesini duyurup sözünü dinletebilir hâle gelmiş bir gücün silahından vaz geçmesini beklemek, eğer numara gereği değil ise, bayağı safdilliktir-, çok daha fazlasının silaha sarılması/silaha başvurabileceğini göstermenin peşine düşmesi (Taksim), yani çok daha fazla kan dökülmesi.