Türkiye’de son zamanlarda çocuklara karşı cinsel istismar vakalarıyla ilgili haberlerde artış var. Yaşanan pedofili vakalarının büyük bir kısmı ortaya çıkmıyor, devlet tarafından gizleniyor, faile çok düşük cezalar veriliyor, bazıları tutuklanmayıp para cezalarıyla geçiştiriliyor. Mağdurlar adli veya tıbbi bir kriz ortaya çıkmadıkça çeşitli psikolojik dinamikler ve yaşadıkları travmanın özelliklerinden dolayı istismarı açıklayamamakta. Uluslararası pedofili uzmanlarının ortak kanaatleri; ‘pedofili mağduru çocukların tedavisi yoktur’ yönünde. Etkileri hayat boyu sürüyor.

Pedofiliyi psikolojik kavramlarla açıklamak problemli. Psikolojik kavramlar çoğu zaman, toplumsal sorunların çözülebilirliğini atlıyor, onları bireylerin psikolojik sorunlarıymış gibi göstermeye endeksli. Bu da var olan sistemin meşrulaştırılması anlamına geliyor. Çözümün tek tek bireylerin sağaltımıyla mümkün olabileceği algısını yaratıyor. Sorunu münferitleştirerek ‘tedavi edilmesi elzem birkaç vaka’ya indirgiyor, toplumsal bir arızayı görmezden geliyor. Oysa çocuk yaşta evlendirilme, kadına şiddet ve kadın cinayetleri aileden devlete sistemli bir biçimde örgütlenmiş toplumsal arızaları tek tek bireylerin sapkınlığına indirgemek, toplumsal olguları münferitleştirmek bütünü görmezden gelmektir.

Bu konuda hem belgesel hem de sanatsal üretimlere imza atmış isimler var. Örnek kutsallık zırhının korumasındaki pedofili ile ilgili Alex Gibney’in, ‘Madonna Ağlıyor’ belgesel filmi. 1950’li ve ‘60’lı yıllarda ABD’de pedofil bir rahibin sayısı 200’ü bulan sağır erkek çocuğuna cinsel istismarını konu alıyor. Kilise durumdan haberdar olmasına rağmen müdahale etmiyor. Vatikan gizlilik politikasıyla kilisenin dahilindeki suçları kendi içinde çözmekten yanaydı.

Tom McCarthy’in Spotlight’ filmi de 30 yıl boyunca kilise mensubu din adamlarının çocukları taciz etmeleri ve bu tacizlerin sistematik bir şekilde saklanmasını anlatılıyor. Sadece Boston’da 90 rahibin genellikle dağılmış ve fakir ailelerin çocuklarına yaptıkları cinsel istismarları yüzeye çıkarıyor. Kurbanların aileleri mahalle baskısı, korku ve utançla kutsal otorite karşısında susmayı tercih ediyorlar.

Sorun, sadece Hıristiyanlığın sorunu değil tabi. Bizde de basında yer alan kuran kursları ve vakıflardaki çocuk istismarı haberleri gündemde. Davalar devam ediyor.

Ressam, grafiker, fotoğrafçı, performans sanatçısı, heykeltıraş Gottfriend Helnwein’a gelince 1960’lardan sonra optik sanata farklı bir bakış açısı getirilerek ortaya çıkan Fotogerçekçilik (Foto realizm, aşırı gerçekçilik, fotoğrafik etkili resim) akımının temsilcilerinden. Temelinde izleyiciyi bir fotoğrafa bakıyormuş yanılgısı oluşturmaya dayanıyor. Fotogerçekçilerin esas konusu, yansıttıkları dünya değil, fotoğraftan yansıyan dünya. Helnwein çocukları resimlerinde neredeyse bir pedofiliğin ihtirasıyla kullanır. Genellikle çocukların fetişleştirilmesi izleyeni rahatsız eder, ancak provokatif bir yanı da vardır, bakanı kendi iç dünyasında sorgulatır. Aslında gördüğümüz kendi yüzümüz ve iğrençliğimizdir.

Helnwein boşuna çığlık atmıyor; “...Maddeciliğin sonunda zafer kazandığı bir dönemde yaşıyoruz.” “...Dünya artık; borsa, tecavüz, savaş, zehirlenme, televizyon salaklığı, prozak, hapishane kampları, kâinat güzeli yarışmaları, genetik mühendislik, çocuk pornosu, Ronald McDonald, akıl hastaneleri ve işkence dünyası.”

Ancak bu çalışmalar kültür-spesifik olarak eleştirilebilir. Konularını anlatmak için çok uç noktada ifade tarzı seçmesi daha çok kişi tarafından izlenilebilirliğini zorlaştırıyor. Çalışmaları eleştirel bir üslup taşımakta, ancak ‘image’ların arkalarındaki gizlerin ya da gerçeklerin varsa eğer, yok olduğu sorunu önümüzde duruyor. Yani, kendi yok oluşu üzerinde üretim yapmaya çalışan bir sanat. Artık gerçeklikle bağlantısı kalmamış, ondan bağı koparılmış ‘imaj’lar üretiyor.