“1- Barı açıyorum. 2- Ayla ile aramı düzeltiyorum. 3- Babamı da yanıma alıyorum; olay bitmiştir.” Her Şey Çok Güzel Olacak filminde Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Altan Çamlı karakteri, gelecek planlarını böyle özetler. Mazhar Alanson’un canlandırdığı ağabey Nuri Çamlı karakteriyse temkinlidir: “Abartma, hayırlısı de be oğlum, şiştim senin artık planlarından ya!” Bugünlerde salgından sonraki hayatla ilgili yapılan planları ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ‘yeni normal’ geliyor anlatılarını gördükçe aklıma bu diyalog geliyor. Biraz Nuri Çamlı gibi yaklaşıyorum olaya. Hatta yine Nuri Çamlı’nın meşhur repliği olan “Bilemiyorum Altan” noktasına da geldiğim oluyor. Oysa neredeyse karantinanın başından beri bu köşede artan sosyal medya ihtiyacına zıt yönde “sosyal medyaya dikkat” yazıları yazıyorum. Yayın enflasyonundan karşılıksız dijital emeğe, aşırı vakit geçirmekten yitirilen odaklı okuma yeteneğine kadar birçok şey. Hiçbir yazının sonunda bırakmaktan söz etmesem de belki okuyup “Bırak şu sosyal medyayı da rahatla be adam!” diyenler olmuştur. O yüzden bu haftaki Köşe Vuruşu’nda “Peki, bırakacak mıyız, n’apıcaz bu sosyal medyayı?” sorusuna cevap aramak istiyorum.

DİJİTAL KUŞATMA ARTACAK, HAZIR MIYIZ?

Salgın sırasında hayatımız eskisinden çok daha fazla dijital hale geldi. Online alışveriş arttı, sosyal medyada geçirilen zaman katlandı, iş dünyasında daha önce aynı şehir içinde pek kullanılmayan telekonferans uygulamaları zorunlu olarak kullanılmaya başlandı. Doğal olarak salgından sonra dijitalin hayatımızdaki etkisi çok daha fazla artacak. Çünkü hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını da gördük. Ancak bu kolaylaştırmanın bir bedeli var ve çoğumuz bu bedelin farkında değiliz. Howard Rheingold Net Smart: How to Thrive Online* kitabında (The MIT Press, 2012) kitabında asıl meselenin bu olduğu gibi otomatik olarak kabul ettiğimiz gerçekliğe uyanmak olduğunu söylüyor. Nihayetinde hiçbirimiz sosyal medyayla baş etme yeteneğiyle doğmadık. Bu teknolojiler ama yavaş yavaş ama birdenbire hayatımıza giriverdi.

Bu yüzden eğitim şart. Üstelik bu eğitim sadece sosyal medya literatürünü öğretmeyle ilgili değil, kendini kontrol etmeyi öğretmeyle de ilgili. Rheingold’un vardığı sonuç gayet net: “Yükselen dijital ayrım, sosyal medyayı bireysel avantaj ve kolektif eylem için kullanmayı bilenlerle bilmeyenler arasında.”

NE DURUMDAYIZ?

Hadi diyelim ki biz kayıp kuşağız. Sosyal medyanın içine doğan çocuklar nasıl eğitiliyor? Yerleşik eğitim sistemimizin buna verecek bir cevabı yok. Eğitim sistemini neredeyse bunun üzerine kuran Finlandiya gibi ülkelerin çok uzağındayız. Bizde ancak 6. sınıftan sonra medya okuryazarlığı bir ders olarak beliriyor o da seçmeli. Üstelik bu dersin içinde dijital medya okuryazarlığı sadece bir bölüm. Bir çocuğun eline neredeyse 2-3 yaşlarından itibaren bu dijital gereçler geçiyor ve ebeveyninin bu konuda eğitimi yok. Oysa şu anda hayatı belirleyen bu. Yanlış bilgiyle mücadele, kutuplaşma, demokrasi sorunları, popülizmin yükselişi gibi pek çok alt başlık bununla yakından ilişkili.

BIRAKAMAYIZ

Salgın ve yoğun izolasyon hali dijital ve sosyal medyayla ilişkimizi yoğunlaştırdı. Görünen o ki, salgın bittikten sonra da bu dönemde kazanılan alışkanlıkların bazıları yerleşik olacak. Artık sosyal medyayı tamamen terk edemeyeceğimizi bunun neredeyse tecrit anlamına geleceğini çok iyi biliyoruz. Sosyal medya bırakılacak değil mücadele edilecek, kontrol altına alınacak (dijital minimalizm) ve tıpkı trafiğe çıkarken ehliyete ihtiyaç duymamız gibi bir kullanma ehliyetiyle hareket etmemiz gereken bir yer. Oysa hepimiz onun içine sadece kayıt olarak girdik. Bu hiçbirimize onu iyi kullanma becerisini otomatikman sağlamıyor. Hepimiz öyle davransak da en eğitimlilerimizin bile eğitimi başka bir konu üzerine olduğu için istisnalar haricinde bu yapıların içinde bocalıyoruz.

Güncel ve hiçbir zaman aciliyetini yitirmeyen siyasi sorunlarımız ve kutuplaşmalarımızın ötesinde sosyal medya sorunumuz var. Bu alan teknoloji yazarlarına veya ‘sosyal medya uzmanı’ adı altındaki bazı teknik bilgilere sahip kişilere bırakılmayacak kadar önemli. Hayat açıkça buradan akıyor ve bizim yeteneklerimiz oldukça sınırlı. Rheingold, ilgili çalışmada geliştirmemiz gereken yetenekleri anlatmak için “infotention” teriminden yararlanıyor. Bu terim internette yolumuzu kaybetmememiz için gereken psiko-sosyal ve teknik becerileri tanımlıyor. Daha eşitlikçi alternatifleri yerleşmediği sürece elimizde bunlar var ve bu becerileri edinmek zorundayız. Hem devletlerin müdahalesi açısından hem de kullanıcıların bilinçliliği açısından salgın sonrası hayatın da en önemli başlıklarından biri bu. Yazının girişinde andığım film karakteri Altan Çamlı’ya en iyi cevabı “Ağzına yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı vardır” diyen ünlü boksör Mike Tyson verebilir. İşte bizim de bir kez daha yumruğu yememek için plandan ziyade iyi bir donanıma ihtiyacımız var. İyi bayramlar.

*Aktaran: Geert Lovink, Sosyal Medyanın Dipsiz Kuyusu, Otonom Yay., 2017