Her konuda fikri olan birtakım şarlatanların korona hakkındaki fikirleri beyninizin boşluklarını doldurup ağırlık yapmasın. Ortalıkta herkes “Teması azaltın” diye haykırdığına göre el ele verip kucaklaşamayız. Ama ruhsal alanda birbirimize dokunmak, yalnızlığımıza ve çaresizliğimize vitaminler vermek, insani hatalarla ilgili bağışıklık sistemimizi güçlendirmek mümkün.

Peki, ya ruhsal hijyen?

Nesli Zağlı

Koronoyla ilgili okuma yapmaktan sıkılıp bunalanlar için baştan sorunun cevabını söyleyelim: Evet geçer. Ancak pandemi hale gelmiş bir virüs söz konusu olduğunda ruhun emaresi okunur mu; hayır. Çünkü süreç ciddidir, tıbbidir ve ölüm kalım meselesidir. Ruh ise bedenin 21 gramıdır ya sadece, bu çılgın savaşın içinde önemsizleşiverir. Ama aslında dünyanın dört bir yanında vakalar, karantinalar, ölümler oldukça; bin bir kanaldan bilimsel veya hurafe bilgi akışı devam ettikçe ruhlarımız da can çekişiyor. Kaygı içindeki ruh, karşısındaki ruhun paniğini de körüklüyor. Bu paniği dengelemeye çalışan uluslararası ve ulusal tüm politikalar ruhlara bir nebzeye kadar erişebiliyor. Gelmekte olanın çaresizliği elimize, yüzümüze ve sinir hücrelerimize işliyor ve üstelik el yıkamakla da geçmiyor. Virüsün yayılım hızı gibi logaritmik (matemetikçilerden özür dileyerek) artan hızda bir kaygı 15 liraya makarna aldırıp, arap sabunu yediriyor. Bunu gören de bu adamın korkusu normal bir skalada mı diye düşünmeksizin, “Bu insanlara bunu yapan virüs bize neler yapar” diye korkup siniyor. İşte bu nedenle korku ruhtan ruha bulaşır.

Biraz fazla umutlu görünebilir ya da yanlı bir gözleme dayandırılıyor gibi algılanabilir ancak benim kişisel görüşüm koronavirüs korkusunun en azından bizim ülkemiz için “kitlesel bir histeriye” dönüşmediği yönünde. Biri çıkıp diyebilir ki insanların kilolarca kolonya ve dezenfektan alması normal mi? Bu noktada yaşama dair her alan ve durumda olduğu gibi olayın ciddiyetiyle ilgili bir derecelendirme/ölçek devreye giriyor. Örneğin 10 litre kolonya alanla 1 litre alan aynı değil. Bütün gece virüs ve bulaş kaygısından uyuyamayanla, bütün gece mışıl mışıl uyuyup sabah göğüs kafesinde bir korkunun çırpınışını duyumsayan aynı değil.

BİR UÇTA PANİK, BİR UÇTA CEHALET

Aslında sağlık otoritelerinin yaptığı, bir salgın karşısında herkesin aynı anlamı çıkarabileceği net ve geçerli mesajları toplumlara ulaştırmak. Bu çalışmalar özellikle sosyal psikoloji alanında yapılan çok ciddi araştırmalar baz alınarak tasarlanıyor. Sağlık otoriteleri insanları bir ucunda panik, bir ucunda cehalet ve umursamazlık olan bir ölçeğin tam orta noktasına yönlendirmeye çalışıyor. Ama maalesef bu net bilgi bazı noktalarda safsatadan ibaret olan bilgi çarpıtmalarıyla gölgeleniyor. Temel eğilimimiz verilen net bilgilerle yetinmeyip her ayrıntıyı öğrenebilmek adına kaynaktan kaynağa atlamaktan yana. Bu kontrol ihtiyacını iyi kullanan şarlatanlar ise bu zaafımızdan ziyadesiyle nemalanıyor.

Kitlesel bir histeri olsun veya olmasın çoğumuz kaygılıyız. İnsan canlısı en çok daha önce benzerini deneyimlemediği tehditlerden korkuyor. Bir tehdide dair daha öncesine ait bir bilgisi yoksa tehdidi olduğundan büyük algılıyabiliyor. Çünkü riski kıyaslayabileceği bir referans noktası yok. Bu anlamda daha öncelerden bildiğimiz ve sonuçları objektif olarak tanımlanmış olan SARS veya EBOLA gibi virüslerin pandemiğinden söz etseydik aynı derecede korkar mıydık emin değilim. Emin olduğum şey büyük kaygılara neden olan algılarımızın sağlık ve önlemler konusundaki davranışlarımızı değiştireceği. Virüs korkusundan gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi donup da kalabiliriz, yerimize sığamayıp kaygı atakları da yaşayabiliriz veya tedbir olayını arşa taşıyabiliriz. Felaketler karşısındaki tavrımız çok faktörlü bir denkleme bağlı ve bunlar içinde en önemlilerinden biri biziz, yani kendimiz. Hastalık ve ölüm korkumuz her daim ego gücümüzden, duygularımızı düzenleme becerimizden ve yaşamsal işlevlerimizden etkileniyor. Sadece bireysel faktörlerle kalsa belki daha iyi ama elbette ki paniğimizin ayarını yapan başka bir yığın dışsal faktör var; sosyal destek gibi, sosyoekonomik refah gibi, toplumsal huzur ve barış gibi. Başta kendi korkularımızı kabul edip anlamak, daha sonra da ötekinin duygusunu ve korkusunu anlamaya çalışmakta yarar var.

İNSANIN ACIMASIZ ÖZÜYLE YÜZLEŞMEK

Bu noktaya gelindiğinde özetle diyebiliriz ki ortada somut ve ciddi bir tehdit ve bunun karşısında dalgalanan ruhsallığımız var. Çoğu kişi yaşadığımız bu dönemi başta Jose Saramago’nun “Körlük” romanı olmak üzere distopya romanlarına benzetiyor. Düşünün ki sanatçılar somut bir tehdit ortaya çıkmadan insanlığın başına gelebilecek dehşet verici şeylerden korkmuş ve bu korkularını eserlerinde işleyerek baş etmişler. Ama dikkat edin bu romanların özünde hep insan denen canlının en çiğ ve vahşi özelliklerinin felaket durumlarında nasıl devreye girdiği anlatılır. Kriz durumlarında ispiyonculuk, gammazlık, hırsızlık, talan, cinayet gırla gider. Normal hayat tüm kötücüllüklerin öyle ya da böyle üstünü örtüp sürerken bir anda en temel sağ kalma ve kendi soyunu sürdürme içgüdüleri devreye girer. Bizi bu romanlarda en çok dehşete sürükleyen de budur. Aslına bakarsanız koronavirüs ile ortaya çıkan en derin korkularımızdan biri de budur: İnsanın acımasız özüyle yüzleşmek! Tükettiklerimizdeki fırsatçı artış ile ilgili kapitalizmi suçlarken kapitalizmin insafsızlığının yine bir avuç sömürgen insana hizmet ettiğini bilmiyor muyuz? Tüm felaketlerin, sömürülerin, dehşetin altından yine insan çıkar. Doğayı sömüren insan, tıbbı sömüren insan, insanı sömüren insan… İşte en büyük korkularımızdan biri bu korkularla yüzleşip zar zor tutunduğumuz bu yaşama devam edebilmektir.

Doktorlar doğal olarak virüsle ilgili olarak vücut hijyeninden bahsediyor. Ancak siz yine de ruhsal hijyeninize de dikkat edin. Sabuna gerek yok kendi ruhunuzu kolaylıkla kendiniz de temizleyebilirsiniz. Sakın yanlış anlamayın bu “bilinçdışı temizliği” gibi bir şey değil. Yapmanız gereken öncelikle sadece ve sadece “gerçek” otorite olan sağlık örgütlerinden ve bunlarda görevli komisyon üyelerinden bilgi almak. Her konuda fikri olan birtakım şarlatanların korona hakkındaki fikirleri beyninizin boşluklarını doldurup ağırlık yapmasın. Kendi korkunuzdan korkmayın, kendinize hak verin ama hak ettiğince yatıştırmaya çalışın. Başkalarının otogorlara dolup kaçışarak, stok yaparak veya mizaha sığınarak kaygısıyla baş etmeye çalışmasını yadırgamayın. Bir büyük yelpazede çeşit çeşit yaşarız biz duyguları, anlayamasanız da takılmayın. Ortalıkta herkes “teması azaltın” diye haykırdığına göre el ele verip kucaklaşamayız. Ama ruhsal alanda birbirimize dokunmak, yalnızlığımıza ve çaresizliğimize vitaminler vermek ve insani hatalarla ilgili bağışıklık sistemimizi güçlendirmek mümkün. Virüs de umut da ellerden geçer. Şairin dediği gibi: “Bilmem mi ellerin vardır, umuttan yuvarlar çizer, bakılan bir şeydir el, boşluğu dengede tutan bu uzantıdır işte, umutla insan arası…”