Yerel seçimlerde özellikle de 23 Haziran’da toplumun önce sokaklarda, meydanlarda sonra sandıkta söylediğini ne iktidar ne de muhalefet anlamış gibi görünüyor. Hâlbuki halkın mesajı açıktı; gencinden yaşlısına milyonlarca yurttaş çürümüş, kokuşmuş bu düzen artık geride kalmalı diyordu. 17 yıllık sürede semiren, kibir abidesine dönen hatta trolleşen yöneticilerden kurtulmak istiyordu. Bu ‘partizanca’ bir talep değil. Kimse İmamoğlu’na ya da Yavaş’a zamanında AKP’lilerin yaptığı gibi bir kadrolaşma operasyonu yap demiyor hatta birçok insan için böylesine bir hamle seçim zaferine gölge düşürür. Ancak bu gerçek, idari ve siyasi pozisyonunu halkın en az yarısına düşmanlık için kullanmış, partili olmayı kamusal iyinin önüne koymuş insanların koltuklarında bırakılması anlamına gelmiyor. İSBAK atamasına tepkiler gösterdi ki seçmen bunu sineye çekmez zira demokrasinin yalnızca sandığa gidip oy vermekle sınırlı olmadığını en iyi bu değişimi gerçekleştiren seçmen biliyor.

İktidar blokunun bir anda çözülmeyeceği, uzatmaların tahminimizden uzun sürebileceği bir sır değil. Önümüzde zamana yayılan ve sürprizlere açık bir süreç var. Erdoğan’ın Pelikancıları ziyareti çözülmeyle nasıl başa çıkmak istediği hakkında ipuçları veriyor. İcazetle başbakan devirmiş Pelikancılara açıktan destek vermek bir yandan yeni parti girişimlerine karşı ‘gayrinizami harp’ yürütüleceğinin ifadesi bir yandan da rutin devlet işlerindeki belirleyiciliklerinin arttığının göstergesi. Nitekim Merkez Bankası operasyonu başta olmak üzere yüksek dereceli bürokrat atamalarında Pelikancıların ipleri elinde tuttuğu konuşuluyor. Hâsılı tasfiye edilen bir çetenin yerine başkası geliyor.

Gerileyen iktidar bloku, seçmeni olmasa bile yerli ve uluslararası egemen güçleri bir süreliğine daha tatmin edecek araçlara sahip. Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde yapılan değişiklikle Hazine ve Maliye Bakanlığı’na yurtiçi/yurtdışı şirketlere ‘iştirak yetkisi’ verilmesi tam da böyle bir hamle. Hedeflenen sadece batık şirketleri vergilerimizden elde ettikleri gelirle kurtarmak değil. Ötesinde sermaye fraksiyonları arasında tercih yaparak ekonomik krizin neticelerini rejim için en düşük maliyete indirmek; böylece sermayenin politik alternatif arayışlarını ertelemek. Rejimin bu ve benzeri müdahalelerinin kamucu hiçbir yanının olmadığını, hele ‘devletçilik’ ve ‘kamulaştırma’ ile hiç ilgisi olmadığını vurgulamaya gerek yok.

Saray’ın seçmenin beklentilerini karşılama kapasitesinin düştüğü gerçeği, “ama bazı patronları ikna ettiler” diyerek hafifletilecek bir konu olarak görülmemeli. İktidar blokunun tüm ülke siyasetini 3-5 kişi etrafında örme ve topluma yalnızca seyirci rolü biçme stratejisi rejimi besleyen bir politika yapma tarzı. ‘Beka’ söylemi bu stratejinin görece uzun bir müddet sürdürülmesini sağladı. Ama artık işlemiyor. Yandaş yazarlar dışında rejimin sözcülerine itibar eden kimse yok. Kulislere dayalı bir siyaset toplumun bugünkü gerçekliğiyle örtüşmüyor.
Bir süredir ivme kazanan kurumsal olmayan demokratik pratikler başka bir arayışın memleket sathına yayıldığını gösteriyor. Yerele müdahale arttıkça yerelden yükselen sesler de gürleşiyor. Kazdağları’ndaki kıyıma kitlesel bir itirazın örgütlenmesi yereldeki dinamiklerin ulusal ölçeğe hızla çıkabildiğinin bir kanıtı. Halk inisiyatifleri deneyimleri ve yerel direnişler hâlâ çok dağınık, çok parçalı ancak birbirleriyle irtibatlanmaya çok açıklar. Bu ağı kuran, tabandaki siyasi arayışları hem yatay hem dikey örgütleyebilen politik güç Türkiye’nin geleceğini değiştirebilir.

“Biz bir şey yapmayalım, Babacan partisi zaten AKP’yi dağıtacak” naifliğine kapılanların değişimin hiçbir yerinde olamayacağı aşikâr. Değişim, ancak toplumsal muhalefetin özgücüne dayalı bir biçimde gerçekleşirse gerçekten değişim olur. Aksi durumda ne oligarşik siyaset anlayışı değişir ne de onun neden olduğu talan ve yağma. Üstelik Babacan ekibinin İslamcı - muhafazakâr tabanda kırılma yaratacağı savının şimdilik bir kanıtı da yok. Zira yeni oluşuma ilgi gösterenler AKP’li mutsuzlardan çok merkez sağ geleneğinden gelenler. Onlar daha “usturuplu” bir kapitalizme razı olabilirler ancak kendini solda tanımlayanlar ölümü gösterip sıtmaya razı olun diyenlere prim vermemeli.

Bu kadar kritik bir dönemeçte toplumsal muhalefetin saha kenarında beklemesi, iktidar karşısındaki geniş cepheye sırtını dönmesi mümkün değil. Fakat bu, o cephenin “organik bir parçası” olunması, aynı siyaset yapma biçiminin tekrarlanması anlamına gelmiyor. Aksine gerektiğinde en sert eleştirileri parlamentoda temsil edilen muhalefet partilerine, seçim sürecinde omuz verilen belediye başkanlarına yöneltmek ve muhalefetin ilerici ucu olma inisiyatifini kaybetmemek gerekiyor. Bilinsin ki bu ülkeyi yandaşlara, Pelikancılara teslim etmeyeceğimiz gibi Babacanlara, hazıra konma sevdalılarına, bekle-gör takımına da bırakmayacağız.