Melike Belkıs Aydın’ın Notabene Yayınları’ndan geçen aylarda çıkan Pembe Kızıl’ı toplumsal cinsiyet, kadınlık ve öz değer kavramlarının buluşturduğu öykülerle, izlemek ve izlenmek durumlarını pek çok yönden ele alıyor

Pembe Kızıl incelemesi: İzleme-izlenme

YAPRAK DAMLA YILDIRIM

Melike Belkıs Aydın’ın 2014 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “Dikkate Değer” görülen dosyası Pembe Kızıl, geçen aylarda kitaplaştırılarak NotaBene Yayınları’ndan çıktı. Kitap kadınlık, cinsellik, toplumsal cinsiyet, yalnızlık, dışarıda kalma, öteki olma, bir birey olarak değerlilik ve değersizlik gibi birçok konuyu bir araya getiren on iki öyküden oluşuyor. Bütün bu kavramları ve daha nicesini bu öykülerde buluşturan ve ortaklaştıran tek bir ana kavramın olduğunu söylersek yanılmış olmayız: bakış.

Eril bakış: Erkek izliyor, kadın özümsüyor
Pembe Kızıl’ın bütün öykülerine hâkim bir “bakış” ekseninden söz etmek mümkün. Bu eksenin iki tarafınaysa, her öyküde farklı birer “izleyen” ve “izlenen” oturuyor. Daha kitaba adımımızı atar atmaz, “Matmazel” başlıklı öykü bizi “eril bakışla” karşılıyor: “Ölmeye karar verdiğinizde farkında mıydınız bilmiyorum, ama uzun zaman sonra perdelerimi açma nedenimdiniz.” Genç bir kadının yaşam ile ölüm arasında tekrarladığı rutinler, neredeyse hiçbir şeye ilgisi kalmamış bir adama ilgisini vereceği bir şey sunuyor. Perdeleri kadın gelene kadar kapalı kalan adam, perdelerini açmak için bir sebep, bakmak için bir nesne buluyor ve bu da öykünün eril bakış temelini oluşturuyor. Bu anti-feminist yaklaşım, izleyen erkek tarafından yaratıldığı kadar izlenen kadın tarafından da içselleştiriliyor. Toplumsal “tipik kadın” rolüne öykünen Matmazel; çay demleyip bulaşık yıkamak, sevgilisi çağırdığında yatağa gitmek, o televizyon izlerken mutfakta zaman geçirmek gibi döngüler istiyor. Etken bir birey olarak kadından çok, edilgen bir nesne olmayı bir rutin olarak görmekle kalmıyor, bunun bir parçası olmaya arzu da duyuyor. Matmazel’in ona bir özne, bir birey olarak olmasa da bir nesne, bir meta olarak değer kazandıran sevgilisinin eksikliği veya yokluğuysa, bir anlam ve öz değer kaybına yol açıyor.

Kitap ilerledikçe içselleştirilmiş eril bakışın başka örneklerine de rastlıyoruz. “Sabun Baloncuklarının Yarını Olur mu?” başlıklı öyküde, arzuladığı adam tarafından sevilmek, merak edilmek isteyen kadın, kendine dair bir sergi yarattığı odasından bizlere şu cümleyle sesleniyor: “İzlenmek için fena sayılmazdım.” Burada yine, eril bakışın nesnesi olmayı kabullenen hatta isteyen bir kadınla karşılaşıyoruz. Adamın ilgisini -başka bir deyişle bakışını- üzerine çekemediği için sorunu izlenme sürecinin kendisinde değil izlenende arayan kadın, kendi yaşamını bir skoptofil gibi seyredip, izleyende merak uyandıracak birincil noktaları ve detayları tespit etmeye koyuluyor. Böylelikle kadının kendisini bakış ekseninin öteki tarafında konumlandırmaya çalıştığını, kendi bakışını eril bakışla özdeşleştirdiğini görüyoruz.

Dişil bakış: Kadının gözünden yine erkek bakıyor
Çok geçmeden eril bakışın yanına bir de dişil bakış penceresi yerleştiriyor Pembe Kızıl. Sanılanın aksine dişil bakış, erkeği metalaştırmaktansa eril bakışın anti-feminist yaklaşımını destekleyen, hatta zaman zaman eril bakıştan çok daha etkili olabilen bir güç olarak çıkıyor karşımıza. “Teyzelerle Çay Saati” öyküsü, tam da bu dinamiklerin üzerine kurulmuş. Bir kadının nasıl olması gerektiğine dair ataerkil kurallar, öykümüzün teyzeleri tarafından fazlasıyla kabulleniliyor. Öyle ki, teyzeler “bir kadının kadınlığını, bir kızın kızlığını tescilleyen” şeyin aynalar olduğunu söyleyip, eril bakışı haklı göstermeye çalışıyorlar. Bu anlamda, öykümüzün kahramanı küçük kızın saçlarını kısa kestirmesi hiç de hoş karşılanmayıp oldukça tepki çekiyor. Ve ne yazık ki bu dişil yargının nasıl gerçekleşeceğini de yine eril yasalar belirliyor.

“Yetenekli Masa Başı İnleyicisi” ise dişil bakışın, eril bakışın sadece yanında değil, karşısında da yer alabildiğini gösteriyor. Bu öyküde kadının izleyen konumuna yerleşmek istediğini, ancak bakışının nesnesine ulaşmakta -yani eşini izlemekte- zorlandığına şahit oluyoruz. İzlenen kadın değil, erkek oluyor. Öte yandan, dişil bakışın sınırlandırılması, izleyen tarafın izlenen tarafa dair ulaşamadığı bilgileri kendince tamamlamasına yol açıyor. Yani bakış kısıtlandıkça, varsayım çoğalıyor ve bu noktada devreye yine kadın penceresinden eril bakışın dişil nesnesine bakmak giriyor. Başka bir deyişle, kadının izleyemediği adama dair kurguladıklarını çeşitlendiren adam değil, diğer kadınlar. Bu anlamda, öykümüzün esas kadınının bakış ekseninde konumlanmasında ve konumlandığı yerden memnun olmamasında, merak unsuru ve kadınlık temel güdülenmeleri oluşturuyor.

Cinsiyetsiz bakış: İzliyor ve izleniyoruz
İzlenen tarafın erkek olduğu ve izlenme deneyimini bizimle paylaştığı öykü “En Arka Koltuk” bakışı, eril ve dişil pencerelerden kurtararak evrensel ve cinsiyetsiz bir noktaya çekiyor. Bu kez izleyen taraf ne kadın ne de erkek; kadınlar ve erkeklerden oluşan bir bütün, bir topluluk. İzlenen nesne ise cinsiyeti çerçevesinde değil, “normal” olandan sapmasıyla değerlendiriliyor. Yani bakış ekseninin iki tarafına da toplumsal cinsiyet kavramından arındırılmış taraflar oturuyor. Yine de, izlenme deneyimi aynı nesneleştirme ve değersizleştirme prensipleriyle işliyor. Fazla kiloları yüzünden insanların kendisine bakmasını istemeyen adam; çareyi kendisini soyutlamakta, en arka koltuğa oturmakta, otobüsten herkes indikten sonra inmekte, otobüse herkes bindikten sonra binmekte buluyor. Tıpkı “Sabun Baloncuklarının Yarını Olur mu?” öyküsünde olduğu gibi, sorun izlenme sürecinin kendisinde değil izlenende görülüyor ve çözüm izlenen üzerinden sunuluyor.

Pembe Kızıl’ın en şaşırtıcı yönlerinden biriyse, bütün bu izleme ve izlenme çeşitlerini biz okurları da izlemeye ve izlenmeye davet ederek veriyor olması. Anlatı her öyküde bizi izlenebilir şeylere odaklıyor. Çamaşır makinesinin dönmesini çamaşırcı kadınla birlikte izliyoruz, kütüphaneye giden insanların yalnızlıklarını biz de gözlemliyoruz, reçel yapan kadının sözlerindeki şifreleri çözmek için eşiyle beraber biz de sıkı bir takibe girişiyoruz. Soru işaretlerinin, U harfinin, telefon çalmayışlarının ve bütün Christianların peşine düşünüyoruz. İzliyor ve izleniyoruz. Kitap, eril bakışla açılıyor ve dişil bakışın hem bir destekçi hem de bir rakip olarak ona katılmasıyla, sonunda bizi evrensel bir bakış irdelemesine ulaştırıyor. Ve bütün bu süreç, bizim de izlenmekte olan bir jonglör hassaslığıyla yürüdüğümüz aynı bakış ekseninde gerçekleştiriliyor.

Melike Belkıs Aydın’ın Pembe Kızıl’ı; toplumsal cinsiyet, kadınlık ve öz değer kavramlarının buluşturduğu öykülerle, izlemek ve izlenmek durumlarını pek çok yönden ele alıyor. Bir yandan bakışın yarattığı baskıyı ve metalaştırma sürecini muhtelif açılardan sorgulamamızı sağlarken, diğer yandan davetkâr bir göz kırpmayla bizi izlemeye ve izlenmeye çağırıyor. Perdeler hala açıkken içeriye bir göz atmaya ne dersiniz?