Onların başardıklarını bir erkek takımı yapsa, tüm ülke konuşurdu. Üç büyüklerden en az birine çalım atarlar, spor sayfalarında ana manşet bile olurdular

Onların başardıklarını bir erkek takımı yapsa, tüm ülke konuşurdu. Üç büyüklerden en az birine çalım atarlar, spor sayfalarında ana manşet bile olurdular. Neresinden baksanız, onların öyküsü, kardelenlerin hikâyesi; aslında bu ülkenin hikâyesi.
Kadın basketbol milli takımından bahsediyorum. Tarihinde ilk defa katıldığı Dünya Şampiyonası’nda dördüncü olan “Potanın Perileri” üç yıldır sürdürdükleri çizgileriyle tarih yazmaya devam ediyor.

Koleksiyonlarına bakarsanız... Aslında her şey 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda başladı. Finalde Rusya’ya boyun eğen Türkiye ikinci oluyor, Nevriye Yılmaz turnuvanın en iyi beşine seçiliyordu.
Ertesi sene Olimpiyat beşinciliği geldi. Çeyrek finalde yine Rusya’ya kaybeden milliler, Londra’da kendilerini bir daha ispatlıyordu. Altın üst üste beşinci kez Amerika’ya gidiyordu.

Geçen yıl Fransa’da düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda yine madalya geliyordu. Ev sahibine yarı finalde yenilen Türkiye, Sırbistan’ı devirerek üçüncü oluyor, İspanya zafere ulaşıyordu.
Perilerin Türkiye’deki organizasyonda yolu da hiç kolay değildi. Öncelikle hep zorlandıkları Fransa’yı yenerek turnuvaya başladılar, çeyrek finalde Sırbistan engelini yarım basketle aştılar. Yarı finalde İspanya’ya, daha doğrusu Galatasaray’ın Euroleague şampiyonluğunda ziyadesiyle tuzu olan Alba Torrens’e teslim oldular. Madalya alacaklar mı derken üçüncülük maçında Avustralya fırtına gibi esiyordu.

Aslında çok da şaşırmamalıydı. Kanguruların müzesinde bir dünya şampiyonluğu kupası, Olimpiyat Oyunları’ndan alınmış üç gümüş, iki de bronz madalya vardı. Üç dünya üçüncülüğü de cabasıydı.
Peki aslında tüm serüven ne zaman başlamıştı...

İlk milli takım federasyon başkanı Faik Gökay’ın çabalarıyla 1964’te oluşturulmuştu. İlk rakip Almanya idi. O dönemde bir İran’ı yenebilen Türkiye, katıldığı 1966 Balkan Şampiyonası’nda da sonuncu olmuştu. Bir Romanya ile kafa kafaya oynayabilen milliler, Yugoslavya’dan 67 sayı fark yiyordu.
1967’de Gökay’ın koltuğunu bırakmasından sonra milli takım lağvediliyor, 1987’ye kadar da unutuluyordu. Evet, tam 20 sene pas geçilmişti!
1959-1980 arasında İstanbul, Ankara ve İzmir arasında düzenlenen Kadınlar Türkiye Şampiyonası, ancak 1980’den sonra deplasmanlı lig statüsüne kavuşuyordu. Evet, doğru dürüst ligimize kavuştuğumuzda, sayısız gence basketbolu sevdiren Beyaz Gölge çoktan ekranlardaydı.

20 yıllık aranın ardından ilk milli maç 1987’de Suriye ile Mersin’de oynanmıştı. Sahada olanlardan Zeynepgül Ene, o tarihi günü Sultani Dergisi’nde yayımlanan Alp Ulagay ile röportajında şöyle anlatmıştı: “Maç Mersin’de oynanmıştı. Salon hınca hınç doluydu. Her tarafta bayraklar vardı. Ben evlendiğim gün ve anne olduğum gün dahil hiç o kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Tribünde kopan çığlıklar inanılmazdı. O gün nasıl ayaklarım yere bastı da o sahaya çıktım, nasıl oyuna girdim de topu potaya attım bilmiyorum!”

Suriye’yi farklı yenen milliler, yine aynı yıl, aynı ülkede düzenlenen Akdeniz Oyunları’nda ikinci olmuştu.
1990’larda arka arkaya atılan adımlar meyvelerini ilerleyen yıllarda veriyordu. 2000’de Avrupa Ümitler Şampiyonası’nda dördüncü olan takımda Nevriye Yılmaz, Şaziye İvegin ve basketbola pazar akşamı oynanan üçüncülük maçında veda eden Esmeral Tunçluer bulunuyordu.
2005’te Avrupa Şampiyonası düzenleyen Türkiye, o tarihten bu yana Yaşlı Kıta’daki tüm turnuvalara katılmış durumda.

Kulüp takımları düzeyinde Avrupa’da ilk final oynayan 2001’de Botaş olmuştu. O günlerin Ronchetti, günümüzün Eurocup’ında sonradan Fenerbahçe, Galatasaray ve iki kez de Kayseri KASKİ şampiyonluk için sahaya çıkmış sadece 2009’da Aslan kupayı kaldırmıştı. Hattâ bu yıl kadın basketbolu zirve yaparak Euroleague finalinde Fenerbahçe ile Galatasaray kozlarını paylamış, sarı-kırmızılılar müzelerine Avrupa’nın en büyük kupasını götürmüştü. Dile kolay, voleyboldan sonra basketbolda da Şampiyonlar Ligi şampiyonumuz vardı; yine kadınlar yapmıştı!

Avrupa’yı derinden etkileyen ekonomik kriz bütçelerin küçülmesine neden olmuş, ekiplerimizin doğru yatırımları makasın kapanmasını, hattâ lehimize açılmasını sağlamıştı. Takımlar kaliteli yabancılarla harmanlanırken, Türk oyuncular da kendilerini geliştirme fırsatı bulmuştu.
Devler arenasındaki finali adeta Türkiye Kupası’na çeviren temsilcilerimize rağmen ligin hâlâ bir yayıncısı, isim sponsoru yok. Kulüpler iddaa gelirleriyle ayakta durmaya çalışıyor. Burada federasyona ziyadesiyle iş düşüyor. Alttan aynı kalibrede genç oyuncular gelmezken, genç milli takımın küme düşmesi canları sıkıyor.

Parkelerde bir masala imza atan Potanın Perileri’ne hiç kuşkusuz teşekkür etmeli. Onların başarılarına rağmen birçok kız çocuğu bir gün “peri” olmak istemiyorsa, işte orada da uzun uzun düşünmeli.