Eve döndüğümde, Mary’yi bahçeye çuha çiçekleri dikerken buldum. Hava hâlâ buz gibiydi ama rüzgârda güzel bir koku vardı. “Bahar kokusu mu alıyorum acaba?” diye sordum gülerek. “Hayır, almıyorsun,” dedi Mary her zamanki kendinden emin haliyle, “Daha bahara çok var”

Periler, lanetler ve çuha çiçekleri

İrlanda’da sözlü edebiyat geleneğinin devam ediyor olması beni her seferinde şaşırtıyor. Hikâyeler, efsaneler ve batıl inançlar burada gündelik hayatın bir parçası. İrlandalılar perili evlere, senelerce süren lanetlere ve leprikonlara hâlâ inanıyor. Keltçe isimleri leipreachán olan ve her zaman yeşil kıyafetler giyen bu küçük adamları saçından tutup yakalamayı başarırsanız onlardan istediğiniz herhangi bir şeyi dileyebilirsiniz. Bundan pek hoşlanmasalar da dileğinizi yerine getirecekler ya da size Ada’nın gizli bir köşesine gömdükleri hazinenin yerini söyleyeceklerdir.

Henüz bir leprikon ile karşılaşmadım, ama gündelik hayatın içine sızmış birçok batıl inanca şahit oldum. Bunların bir kısmı kuşlarla ilgili. Mesela saksağanlar burada çok itibar görüyor. Yolda bir başına aylak aylak gezen bir saksağan görürseniz onu selamlamadan geçmemelisiniz. Hatta şapkanızı çıkarıp resmi bir selam verseniz daha iyi olur. Halini hatırını sorun, ailesi nasılmış onu öğrenin. Eğer bunları yapmazsanız başınıza fena bir şey geleceğine inanılıyor. Kargalar ve kuzgunlar da pek uğurlu sayılmıyor ama saksağanların yeri ayrı, onlardan düpedüz çekiniyorlar. Kırlangıçlar evinize yuva yaptıysa, kendinizi şanslı sayıyorsunuz. Kızılgerdanlar ve çalıkuşları ise, muhakkak korunması gereken kuşlar arasında. Bir kızılgerdanı kazara bile olsa öldürürseniz, ömür boyu sürecek bir lanet üzerinizde olacaktır.
Geçenlerde, Dublin’in 50 km kadar kuzeyindeki Newgrange’i görmeye gittik. Şehirden biraz uzaklaşınca, kuşlar konusundaki çalışmaları derinleştirme şansım da oldu. Mesela, guguk kuşunu baharda ilk gördüğünüz yöne dikkat etmeniz gerektiğini öğrendim. O yöne doğru seyahat edeceğiniz anlamına geliyor çünkü bu. Newgrange’e geri dönersek, bu görkemli höyük İrlanda’nın Meath kasabasında Boyne nehrinin kıyısındaki tarih öncesi bir yerleşim alanının içinde yer alıyor. İlk bakışta yığma tepe şeklinde bir mezarı andıran bu yapının aslında hangi amaçla kullanıldığını bilen yok. Binanın girişindeki dar geçit öyle bir şekilde tasarlanmış ki, senenin sadece bir döneminde (kış dönencesine rast gelen birkaç gün boyunca) güneş ışığı buradan süzülüyor ve içerideki odacığı 17 dakika kadar aydınlatıyor. Rehberimiz bize bu höyüğün milattan önce 3500 yılında inşa edildiğini söyledi. Ardından da “Stonehenge’den 1000 yıl daha eski yani,” diye ekledi. Burada böyle bir durum var: İngiltere ile karşılaştırmadan olmuyor. Bu sefer karşılaştırmadan muzaffer çıkmış olmanın gururuyla gülümsedik hepimiz.

Newgrange’de mezar odasının içine süzülerek doğanın yeniden uyandığını ve yaşamın devam ettiğini haber veren ilk güneş ışığını göremedik ama bu büyüleyici mekanın etkisini daha üzerimizden atamadan yolun kenarında tek başına dikilen dev gibi bir ağaçla karşılaştık. Arabadaki İrlandalılar, ağız birliği etmiş gibi, bunun bir perili ağaç olduğunu söylediler. Çayır perilerinin evi olduğuna inanılan bu ağaçları daha önce Mary’den duymuştum, onun için çok da şaşırmadım. Perili ağaçları tespit etmek nispeten kolay bir şey. Bir defa geniş bir çayırın ortasında tek başına duruyor olmaları gerekiyor. Böyle yapayalnız dikilen ağaç eğer ardıç ise, işte o zaman perili olduğundan emin olabilirsiniz. Ardıçların böyle bir namı var çünkü. Anadolu’da olduğu gibi, burada da onlara çaput bağlıyor ve dilekte bulunuyorlar. Ama perili ağaçlardan çekiniliyor aynı zamanda, çünkü onlara zarar verirseniz bir daha iflah olmayacağınıza inanılıyor.
Biz böyle perili ağaçları, kuşları, börtü böceği falan selamlayarak yolumuza devam ederken, sonunda dayanamayıp “Yahu, ne kadar batıl bir halksınız!” diyecek oldum. Ben böyle deyince, yanımda oturan James ve Patrick uzun uzun güldüler. Sonra da perilere ve lanetlere inanmak gerektiğini söylediler. Ben biraz itiraz edince de, oturup Mayo Laneti’nin hikayesini anlattılar. Efendim, olaylar şöyle gelişiyor: Burada “Kelt Futbolu” diye acayip bir oyun var. Ben seyrettim, bir şeye benzetemedim. Futbol desem değil, hentbol desem hiç değil. Ama İrlandalılar için çok önemli. Deli gibi takım tutuyorlar, maçtan maça gidiyorlar falan filan. En mühim turnuva da “All-Ireland” adlı ülke çapındaki lig. 1951 senesinde All-Ireland’ı, Mayo eyaletinin takımı kazanıyor. Ne var ki, kutlamalar esnasında oyuncular yoldan geçen bir cenazeye lazım gelen saygıyı göstermiyorlar, gülüşüp bağırışmaya devam ediyorlar. Bunun üzerine, bir rivayete göre ölen adamın dul karısı, başka bir rivayete göre de cenaze alayını idare eden rahip bunlara lanet okuyor. Diyor ki, “Bu takımın son üyesi ölene kadar şampiyon olamayın inşallah!” Hakikaten de, Mayo o seneden beri hiç şampiyon olamamış. Geçen sene çok yaklaşmışlar, ama sonunda kendi kalelerine gol atmışlar. Hem de iki tane! Bunun üzerine, Mayo Laneti’ne inanmayanlar bile inanmaya başlamış. “Takımın son iki üyesi hâlâ hayatta,” dedi James. Sonra göz kırparak ekledi, “Ama daha ne kadar yaşarlar bilinmez tabii! Sonuçta, Mayo’nun artık şampiyonluğa ihtiyacı var.”

Eve döndüğümde, Mary’yi bahçeye çuha çiçekleri dikerken buldum. Hava hâlâ buz gibiydi ama rüzgarda güzel bir koku vardı. “Bahar kokusu mu alıyorum acaba?” diye sordum gülerek. “Hayır, almıyorsun,” dedi Mary her zamanki kendinden emin haliyle, “Daha bahara çok var.” Sonra çuhaların uğurlu sayıldığını anlattı bana uzun uzun. Çuhalar perilerin en çok sevdiği çiçeklerdi. Onları kapınızın önüne dikerseniz, evinizi kutsuyorlar ve kötülüklerden koruyorlardı. Hatta çayır çimende yürürken bu çiçeklere rastlarsanız, sizi periler diyarına götürecek yolun girişini bulmuş bile olabilirdiniz.
Biz konuşurken, güneş kayboldu. Bulutlar gökyüzünde hızla yer değiştirdi ve hafiften bir yağmur başladı. Mary toprağa bulanmış ellerini önlüğüne sildi. Kapının önünde bir süre sessizce durduk. Yağmurun altında rengarenk parlayan çiçekleri seyrettik birlikte.

“Perilere inandığımdan değil,” dedi Mary, “Ama çuhalar ne güzel, değil mi?”