Böyle bir politika türü yok, ben uydurdum. Peripatetik sözcüğü bize Aristoteles’ten kalma. Bir işin yürüyerek yapılmasını ifade ediyor. Filozofun okuluna, derslerini avlusunda (Peripatos) yürüyerek verdiği için Peripatetik Okul da deniyordu.

Malum, Recep Bey de, taraftarlarınca heybetli yürüdüğüne inanılan bir devlet büyüğü. Yıllar önce memleketi Rize’ye gittiğinde sevenlerinden biri “yürüyüşüne kurban” demişti, hiç unutmam. Recep Bey bunun gerçekten herkes üzerinde etkili olacağına inanıyor. Serde Kasımpaşalılık da var tabii. Beden diline önem verdiğini de biliyoruz. Bu alan da onun için bir mücadele sahası. Batılı bir devlet başkanıyla karşılıklı otururken bacaklarını hangi pozisyona getireceğini muhatabının alacağı tavra göre ayarladığına tanığız. Karşısındaki bacak bacak üstüne mi atıyor, Recep Bey de aynısını yapıveriyor. ABD Türkiye vatandaşlarına vize yasağı koyduğunda aynı yasağın Türkiye tarafından ABD vatandaşlarına uygulanmasını “mütekabiliyet yasası”na bağlayan Recep Bey’in bu “yasayı” her tavrında görmek mümkün yani.

Ancak, bu muhatabının üzerine “yürüyerek” politika yapma tutumu başından beri gerçekçi bir tutum değil. Aldığı hiçbir kararı sonuna kadar götüremeyen bir “yürüyüşçü” Recep Bey. “One minute” diyerek İsrail’e esip gürlediği günün akşamı aynı İsrail’le yeni ticaret anlaşmaları yaptığını Türkiye kamuoyu kısa sürede öğrendi örneğin.

ABD ile son yılların en büyük krizi yaşanırken, Ukrayna’ya yaptığı ziyaret sırasında Rusya’yı kızdırıp, Ukrayna’nın dostları ABD ile müttefiklerini memnun edecek “Kırım’ın Rusya tarafından ilhakına karşıyız” açıklaması, kimseye eyvallah etmeden yürür gibi yapan Recep Bey’in Trump’a göz kırpmasıdır. Suriye’de – şimdilik- tabii ki Kürt korkusundan Rusya’yla beraber de olsa, ABD’den vazgeçmeyecek oluşunun ipuçları saklıdır bu açıklamasında Recep Bey’in.

Hep böyle yapıyor. Nazilere benzettiği Almanlarla aslında gayet iyi bir ticaret yapıyor örneğin. “Ey Almanya” diye bağırıp, çağırıyor ama Almanya’dan 2017’nin ilk dört ayında 5 milyon 600 bin avro değerinde silah satın alıyor. Aynı ülkedeki Türk işçilerini hangi Alman partisine oy vermeleri konusunda yönlendiriyor ama Alman sermayesinin kasalarına milyonlarca avroyu kendisi koyuyor. Elbette bu silah alımının önceden imzalanmış uzun vadeli anlaşmalar uyarınca yapıldığını biliyorum. “Yürümek” yerine her şeyi göze alıp o anlaşmaları yırtıp atmasını bekliyor insan.

Çin’den füze almak istediğinde NATO’dan ABD’den tepki gelince anında cayması da “yürüyüşüne kurban” Recep Bey’den beklenecek tavır değilmiş gibi geliyor. Tüm bunları söylerken beyefendiden bu tavırları beklediğim sanılmaz umarım. Yaydığı havanın nasıl gerçek dışı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Uluslararası ilişkiler, dış politika gerçekliği kolay kolay meydan okumasına izin vermez, ayrıca Recep Bey meydan okuyacak biri de değil. Sevenleri de kendisi de ne kadar tersini söylerlerse söylesinler varlıklarını ABD ile batıya borçlular. Recep Bey de AKP de ABD/Batı ile iyi geçinmek zorundalar. AKP her zaman, ABD ile de Batı ile iyi geçinmeye çalıştı. Bugünkü çelişkileri, rahatlıkla giderilebilecek çelişkilerdir. AKP’nin ABD ile çelişkisi Türkiye’nin bağımsızlığı konusunda bir çelişki midir? Fethullah Gülen Türkiye’ye teslim edilseydi, Recep Bey’in, AKP’nin ABD ile bir kavgası olur muydu?

Şimdi AKP- ABD kavgasında solcular olarak biz neredeyiz peki? Hep neredeysek tabii ki oradayız. ABD’ye karşı duruşumuzu AKP belirleyecek değil. ABD’nin elbette karşısındayız. AKP, ABD ileyken de karşıydık, bugün (bunlaryarın barışacaklar bu kesin) yine karşıyız. ABD’nin karşısında olmak, ABD’nin karşısına hasbelkader “düşmüş”lerle aynı safta olmak anlamına gelmez.

Yürüyerek” Rize’deki sevenini, Kasımpaşa’daki seçmenini etkiledi Recep Bey, tamam ama her zaman yürümeyle olmuyor bu işler. “Dostları” bazen çelme de takabilir.

Trump’ın yaptığı nedir sanıyorsunuz?