Sevgili kardeşim Doğan Bey, sizi unutmam olanaksız. Yazılarınızın sürekli okuyucusuyum. Görüşebilmek umuduyla ve sevgiyle gözlerinizden öpüyorum. Ruşen Keleş

Geçen gün, ODTÜ’de öğrencisi olduğum ve o zamandan beri 40 yıldır hiç yüz yüze gelmediğim değerli hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş’in beni ODTÜ’den hatırladığını duyup, ondan da yukarıdaki mesajı alınca müthiş onur duydum.

Benim en büyük şansım, Prof. Keleş gibi yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın en önemli bilim insanlarının öğrencisi olmaktı. Prof. Dr. İbrahim Yasa’nın öğrencisi olmakla kalmayıp, “gönüllü asistanlığını” yapmaktı. Prof. Dr. Bahattin Akşit, Prof. Dr. Sencer Ayata gibi her sosyoloji öğrencisinin hayalindeki hocalardan ders alabilmekti. Prof. Dr. Raşit Kaya gibi bir hocadan ders alıp onunla doktora tezi yazabilmekti.

Fena da bir öğrenci değildim. Prof. Dr. Raşit Kaya asistanlık teklif ettiğinde, ilkokuldan beri hayal ettiğim üç meslekten biri uzansam tutabileceğim kadar yakına gelmişti ama Mamak’tan yeni çıkmıştım, sakıncalıydım ve kamuda görev almam olanaksızdı.

Daha önce de yazdım; ilkokulda üç mesleğin hayalini kurdum: Yuvarlak tel çerçeve gözlükleri, sakalı ve piposu olan bir üniversite hocası; gazeteci veya kamyon şoförü olmak.

Sakal, pipo ve tel çerçeve gözlük olmasa da üniversite hocası oldum.

Çocuklarımın rızkını muhabirlikten çıkardım. Boğazımdan geçen on lokmanın dokuzunu gazeteciliğe borçluyum. En büyük zenginliğim olan dünyanın dört bir yanından dostlar biriktirmek bu meslek sayesindedir. Gazeteci olmasam, hayatımın en gurur verici olaylarından BirGün’ün binlerce yaratıcısından biri olmak onurunu yaşayamazdım.

Kamyon şoförlüğü, kamyonet direksiyonlarına geçmişliğim olsa da, biraz boynu bükük kaldı.

BirGün’ün ilk gününden bu yana, 18 yıl boyunca, başlarda “tatilde de yazan yazar” olarak haftada 3 gün bu köşede 2500 kadar yazımı okudunuz.

İnsan bu kadar yazınca kaçınılmaz olarak tekrara düşüyor ve açıkçası akademisyen yanı bu kendini tekrar etme halinden rahatsız oluyor.

Çalışmaya başladığım ilk günden beri bir ayağımın akademisyenlikte bir ayağımın da gazetecilikte olmasının avantajları oldu. Ama dezavantajları da… Ne tam akademisyen olabildim galiba, ne de tam gazeteci!

BirGün’ün projesini hazırlarken, burada bir insanın her konuda kalem oynattığı bildik “köşe yazarlığı”nın olmamasını, uzmanların uzmanlık alanında yazdığı bir tarz tutturmak gerektiğini söylüyordum. Ama Türkiye gazeteciliğinin bir gerçeği var, ondan kaçamayıp kendim de köşe yazarı oldum.

BirGün’de köşe yazısı yazmak hiç kolay değil. Çoğu siyaseti sizden iyi bilen, dünyayı ve memleketi sizin kadar yakından takip eden, dile titizlenme konusunda birer Attila Aşut olan okura yazıyorsunuz.

Ve düşünün; Prof. Dr. Raşit Kaya, Prof. Ruşen Keleş gibi hocalarınız da okuyor sizi! Sınav gibi!

Şu da var; hâlâ kat etmesi gereken epeyce bir mesafe olsa da, kuruluşundan bu yana her gün çıtasını biraz daha yükselten BirGün, yazarlara ihtiyaç duyan bir gazete olmaktan çıkıp yazarların ihtiyaç duyduğu ve yazmaktan onur duyduğu bir gazete oldu. Okumasam eksik hissettiğim birbirinden değerli çok sayıda yazarı var şimdi.

Geçen hafta bir kitap projesinin tasarımına yoğunlaşmak için izin istemiştim. İnsan günlük yazı peşinde koştururken bir konuya yoğunlaşmakta zorlanıyor.

Becerebilirsem, önümüzdeki süreçte yazı hayatımda kitaba biraz daha fazla yer açmak istiyorum. Bu yüzden Perşembeleri bana izin vermenizi rica ediyorum.

Bundan böyle Salı ve Cumartesi haftada 2 gün buluşmak dileğiyle, şimdiye kadar bana gösterdiğiniz sabır ve ilgiye teşekkür ediyorum.