Dünya ve memleket meseleleri içinde sadece söylenmekten başka şeyler yapılabileceğini, durumu en yakınımızdan başlayarak değiştirebileceğimizi hatırlatması açısından başarılı ve güçlü bir anlatı ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür’

Pes etmeyen yorgun savaşçılar için

ÇİLEM HÖKELEK

Nilay Örnek, ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür’de edebiyattan sanata, siyasi gündemden dünyadaki değişik insan portrelerine kadar uzanan geniş bir yelpazedeki yazılarını okurla paylaşıyor.

Yirmi yıldan uzun bir süredir medyanın içinde olan Nilay Örnek, Türkiye’nin önde gelen birçok gazetesinde yazarlık, editörlük, yöneticilik yaptı. Gazete ve dergilere dosyalar hazırladı. ‘Şehirli Sofralar’ adında bir yemek programı hazırlayıp sundu. Haberciliğin getirdiği merak, araştırma ve öğrenme ihtiyacıyla yazmaya, yeni yerler gezip fotoğraf çekmeye devam ederken, yazdıklarını bir kitap projesinde toplama fikri ortaya çıktı. Yazar İclal Aydın’ın editörlüğünde Artemis Yayınları tarafından okurla buluşturulan ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür’, Nilay Örnek’in, bir kısmı daha önceden yayınlanmış, ancak çoğu yeni yazılarının, yazarın çektiği fotoğraflar eşliğinde hazırlandığı renkli ve zengin bir kitap.

İclal Aydın önsözde, “On beş yılın bütün mevsimleri var bu kitapta. Sığındığım limanlar, binip gitsem dediğim gemiler, hayran olduğum, küstüğüm, kızdığım, yeniden sevdiğim insanlar, acımız ve umudumuzla tutunduğumuz topraklar, bir daha eskisi gibi olur mu diye baktığımız sokaklar, dostluklar, susmalar, suskunluğa, ayrılığa ve haksızlığa ağıtlarımız var bu sayfalarda,” derken kitabın içeriğini isabetli bir şekilde özetliyor.

Türkiye’de iyi insan olmanın, işini iyi yapmanın, emeğine sahip çıkmanın, farklılıklara ve başka tercihlere saygı göstermenin hak ettiği kıymeti görmediği hissi son zamanlarda çoğumuza sirayet ediyor. Güçlünün, sözü geçenin, sayısı fazlanın dediği geçerli oluyor ne de olsa. Çünkü Nilay Örnek’in dediği gibi; “Biz, her işin en iyisini değil, en adı duyulmuşunu seçmeyi seçeriz. Temele inmeyi, özünü araştırmayı pek bilmeyiz.”

İnsanlar bu ülkede aldığı eğitime, edindiği tecrübeye, mesleki yeterliliğine değil de tanıdığı kişilere ve adının bilinmişliğine göre bir yere geldikçe, Türkiye’de bütün gerçek iyiler ve dolular gerçekten de küsüyor. Nilay Örnek’in kitabına adını veren de bu hislerle kaleme alınmış bir yazı.

Ancak kitabın adı yanıltmasın, şikâyet etmekten çok çözüm önerileri sunuyor yazar. Küskünlüğünü anlatırken insanları küstürmemeyi, sevdiği şeyleri paylaşırken takdir etmenin önemini, geçmiş günleri özlerken geleceğe yatırım yapmayı, yozlaşmış kentsel yapıyı anlatırken denizlere yine bizim sahip çıkacağımızı hatırlatıyor. Riyakârlığa, cahilliğe, her türlü muhafazakârlığa, betona, korkaklığa ve adaletsizliğe tepkisini gösteriyor.

Birbirinden farklı konularda araştırılmış, iyi hazırlanmış yazılarla, özenle seçilmiş fotoğraflarla dolu bir kitap ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür.’

Örneğin veda etmenin de bir adabı olduğunu hatırlatıyor yazar. Sanat dünyasının en çok konuşulan ikililerinden Marina Abramović ile Ulay’ın helalleşmesini, ardından da efsanevi ozan Leonard Cohen ile Marianne Ihlen’in vedalaşmasını anlatarak.

İnsanın duygusal acılarının büyük kısmını kendisinin yarattığını ve duygusal ilk yardımı öğrenerek bunun üstesinden gelebileceğinden bahsediyor bir yazısında ve küçük ipuçları paylaşıyor. Freud’un yeğeni ve halkla ilişkilerin yaratıcısı Edward Bernays’in “akla hitap etmeyip hissin iyi olacağını söyleyerek” nasıl da bilinçaltımızla bizi razı ettiğini okurken bugün bile isteyerek kabul ettiğimiz şeylerin belki de birer mühendislik harikası olabileceğini hatırlatıyoruz. Türkçeye ‘cahil cesareti’ olarak çevirebileceğimiz Dunning-Kruger Sendromu’nun tanıdık gelecek maddelerini okurken gülümsüyoruz. Thomas Edison’un veliahdı ve yaşayan en zeki gelecek bilimcisi olarak kabul edilen Ray Kurzweil’ın ölümsüzlük teorisi hepimizin aklında yer ediyor. Bilimadamı Stanley Milgram’ın yaptığı meşhur deneyinde ‘ben görevimi yapıyorum’ başlığı altında belki bizim de ortak olduğumuz adaletsizlikleri işaret ediyor. Kanadalı filozof, yazar Alain Deneault’nın vasatlık iktidarına karşı bizi silkelemesi gerekiyor belki de.

Yazarın Boğaz’da yüzdüğü yazıyı okuyunca neden olmasın diyoruz. Anne ve babasına dair yazılarında o tanıdık yumru gelip boğazımıza oturuyor ve çoğumuz benzer cümleleri kendi yakınlarımız için ediyoruz. Mardin’i onunla birlikte gezip Şahraman’ımızı arıyoruz. Duygusal halı yıkamacıların hikâyesinde kendi işimize gösterdiğimiz sevgi ve saygıyı sorguluyoruz. Picca Bacca’yı düşününce insanlığa olan inancımız biraz sarsılıyor. Nazi kamplarında açlık ve şiddet yüzünden ölmek üzereyken hayata tutunmak için bulabildikleri her şeyin üstüne, kâğıtlara, kumaşlara yemek tarifleri yazanlar ve o yazılanların bugüne ulaştırılması yaşama tutunma konusunda büyük bir ders olarak aklımıza kazınıyor.

Grafik sanatının duayenlerinden İhap Hulusi Görey’in, iletişimin meşhur Ünsal Oskay Hoca’sının, ‘muhafazakâr, ırkçı ve beyin yıkayan kişilere karşı gönüllü bir kültür provokatörü rolü’ üstlenen George Lois’in, Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın yetenekleri ve hayata bakışları insanı gayrete teşvik ediyor.
Piero Fornasetti’nin güzel bir kadının ‘yüzünden’ yarattığı efsanesi, sanatın aslında çok fazla malzemeye ihtiyaç duymadığının kanıtı. 35 yaşındaki dünyaca ünlü piyanist Lang Lang’in Pekin Olimpiyatları’nın açılışındaki performansı sonrasında 40 milyon Çinli çocuğun klasik piyano eğitimi almaya başlaması nedeniyle literatürde ‘Lang Lang Etkisi’ denilen bir terime ilham olması, yeteneğin önünde hiçbir şeyin duramayacağının göstergesi. 1940’larda Amerika’nın en yetenekli ve en çok kazanan senaristlerinden James Dalton Trumbo’nun siyasi tavrı nedeniyle kara listeye alınması sonucu geleceğinin ve kariyerinin elinden alınması hikâyesinde tanıdık bir his bulmamak elde değil.

Sadece ülkenin çalkantılı siyasi ikliminin ve toplumsal çehresinin değil, dünyadaki tüm canlıların geleceğini ve refahını tehdit eden karamsar dünya tablosu içinde, düşünen bir insanın, hele ki sorgulamaktan, araştırmaktan vazgeçmeyen bir gazetecinin umudunu ve neşesini koruması gerçekten zor iş. ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür’ün başarısı da buradan kaynaklanıyor. Yazılan tüm yazıların bilinçaltındaki o yorgunluğa ve hafif karamsarlığa rağmen yazarının umudunu, enerjisini, inancını hiç kaybetmemesi ve bunları okura geçirebilmesi takdire değer. Ne olursa olsun vazgeçmeyi değil bir fark yaratmayı, adım atmayı önermesi de öyle... Dünya ve memleket meseleleri içinde sadece söylenmekten başka bir şey yapabileceğimizi, durumu en yakınımızdan başlayarak değiştirebileceğimizi hatırlatması ve okuru hafifletmesi açısından başarılı ve güçlü bir anlatı ‘Bütün İyiler Biraz Küskündür.’