Türkiye gündemi kötü bir alışkanlık gibi, gereksiz bir Brezilya dizisi gibi. İnsan, her izlediğinde rahatsız oluyor ama bir taraftan da

Türkiye gündemi kötü bir alışkanlık gibi, gereksiz bir Brezilya dizisi gibi. İnsan, her izlediğinde rahatsız oluyor ama bir taraftan da bırakıp gitmiyor. Öyle mazoşist bir keyifle takip ediyorsun. Ben de itiraf ediyorum, neredeyse düzenli olarak TV’den ve gazetelerden memlekette ne oluyor takip ediyor ve günahlarımdan arınıyorum. Türkiye gündemine dair duyduğumu okuduğum gördüğüm her kırıntı ile biraz daha evliyalığa yaklaşıyorum.
Bir başbakan alınmasın kendimizi evliya saydığımız falan yok, lafın gelişi dedim. Geçen sabah, kahvaltıdan sonra, kanalları zapladım ve bir think tank toplantısının son görüntülerinde sayın başbakan konuşuyordu. Toplantının yöneticisi genç arkadaş korkudan ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmış, methiye düzerken bile ürkek. Bunun nedenlerini araştırmayı psikologlara bırakıyorum.
Plaket töreni olduğunu söyleyen toplantının yöneticisi, ondan önce son bir soru alacağını söylüyor. Ankara Üniversitesi’nden bir profesör toplantıdaki tek eleştirel soruyu sormuş; o aktarılıyor. Soru öyle ürkek ki neredeyse ne demek istediği anlaşılmayacak. Efendim, demokrasi anlayışınızla kişisel üslubunuzla karikatür falan filan derken soru sümük gibi gerilmiş. Açıkça diyemiyor ki karikatüristlere davalar açmanız ve bu kadar tahammülsüz olmanız demokrasi anlayışına aykırı değil mi? Hocanın hakkını yemeyelim. Belki soru daha netti de toplantı yöneticisi ürkek arkadaşın dilinde bu hale geldi.
İngiltere’de son yıllarda gündeme hakim olan anti-terör yasaları, kimlik kartı, Irak savaşı vesaire etrafında demokrasi ve kişisel hak ve özgürlükler anlamında çok kayıplar verildiği doğru ancak henüz başbakanın katıldığı bir toplantıda sadece tek bir eleştirel soru vardı biçiminde bir ifade duyduğumu hatırlamıyorum. Bizim Gordon eminim evinde akşam yemeğinde bile bu kadar eleştiri yoksulu kalmıyordur. Yani Türkiye’ye yetişmek için daha bin fırın ekmek yememiz lazım.
Durumun vehameti nerede bilemiyorum. Herhangi bir toplantıya gidip konuşamayanlarda mı? Yoksa konuşmalarının tamamen imkansız hale getirilmesinde mi? Başbakan peygamber olmadığını açıkça ifade ediyordu izlediğim toplantıda. Yanılmıyorsam daha önceleri de padişah olmadığını ifade etmişti. Ama ortada çok sık rastlanan bir sorun var diye düşünüyorum. Çünkü padişah veya peygamber olmadığını başbakan gibi herkes biliyor. Mesele bu eleştirileri anlama çabasının da olmaması.
Peygamber olsam ya da ona inansam herhalde kimsenin beni eleştirmesini beklemezdim. Sonuçta ilahi bilgi ve kudret benimle, gerisi hikaye. Ama peygamber değilsem ve kimse beni eleştirmiyorsa paniğe kapılırım doğrusu.
Mahallede futbol oynayan çocuklardan topun sahibi olan ve onun takımı genelde maç kaybetmez. Diğer çocuklar ona aşırı müsamaha gösterir; dalgınlıklarına gelmezse öyle çalım malım da atmazlar. Topun sahibi, sokağın da peygamberidir futbol oynanacağı zaman. Kaybettiğinde de olay çıkar; topunu alır gider.
Bazen o topunu alıp giderken bir tanesinin canına tak etmiştir. Çıkarır çakısını ve o topun karnını deşer. Çakı dedim diye kimse alınmasın, biz çocukken sadece padişahlar ve peygamberler değil, çocukların çoğu cebinde bir ufak çakı taşırdı. Bu kadar eleştiriden yoksun ortamlar görünce hep o çocuğun cebinden çakısını çıkarıp topun karnını deşeceği anı hayal ediyorum.
Geçen hafta Tony Blair’in topunu deştiler, şimdi sırada Gordon Brown var. Arada Chilcot soruşturmasında boy gösteren bakanlar hep dönüp Tony’nin topunu kestiler. Brown’dan alıntılar da yapan oldu. Meğer Tony ünlü olmak için, tarihte iz bırakmak için Irak’ı işgal etmiş! Yani Brown, Tony’nin bundan dolayı savaşa girmek istediğinden şikayetçiymiş. Görünen o ki, Brown da Tony’nin topunu kesmeye hazırlanıyor. Allahtan, her şeye karşın bu ülkede peygamberler dahil herkes sonuna kadar eleştirilebiliyor. Hem de öyle çok eğilip bükülmeden.
İyi pazarlar ve bol şanslar.