İstanbul Sözleşmesi’nin önemi, kadına karşı işlenen suçun ve şiddetin temelinde kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkisinin yattığı gerçeğini vurgulamasıdır. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkekten beklenen rollere işaret ederken onları belirli kalıplar içine sokar. Erkek egemen sistem tarafından biçimlendirilen bu roller açıkça egemen lehine düzenlendiği için, kadınların eşitlik mücadelesi bir gün bile ara vermeden devam ediyor. Daha doğrusu sürmek mecburiyetinde kalıyor. Demokrasiden ne kadar uzaklaşılır ve toplum ataerkil muhafazakâr değerlerle ne kadar sarmalanırsa, kadının da gündelik hayat içinde karşılaştığı sınırlar o kadar kalınlaşır, keskinleşir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı çıkarak kadına yönelik işlenen suçların önüne geçilemez. Erdoğan’ın bir gecede feshettiği ancak kadınların iptaline karşı hukuki mücadeleyi sürdürdüğü İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı işlenen suçlara bütüncül bir bakışla yaklaşıp çözüm ürettiği için son derece hayati.


***

Bütüncül bakış, şiddetin önlenmesi için gereken eşitlikçi politikaların geliştirilebilmesi için şart. Bugünkü gibi aksini yaşadığımız Türkiye’de ne yazık ki kadın cinayetleri bir cins kırıma dönüşmüş vaziyette. Bizzat iktidar, temsilcileri ve yönettikleri kurumlar tarafından kadınlar sistematik olarak aşağılanıyor, düşmanlaştırılıyor; bu da daha fazla şiddet olarak topluma geri dönüyor. Biyolojik farklılığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini savunmak için gerekçe göstermek en basit tarifiyle kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkisini erkek lehine çoğaltmak demek. Böyle bir yerde kadın, sosyal hayata sınırlı katılabilen, asıl işi evi çekip çevirmek olan, ‘kutsal annelik’ ile harelenen bir roldeyken; erkek istediği an ve yerde, tercih ettiği giyimle özgürce bulunabilen ve bunun için suçlanmayan, hedef gösterilmeyen, eve üç beş kuruş getirmekle yükümlü bir rolde yaşamını sürdürür. Bu çemberde kadın, erkeğin tahrik olup kışkırtılmasına sebep olabilecek pek çok şeyden sorumlu; erkek, kadının tahrik olup kışkırtılmasına sebep olabilecek çok az şeyden sorumludur. Bunun düzenleyicisi elbette hukuktur. Hukuk da egemen siyasetin bir aynası…

***

2012 yılında Isparta’da, kendisine defalarca tecavüz ettiğini söylediği Nurettin Gider’i öldüren Nevin Yıldırım ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmadı. 2020 yılında Pınar Gültekin’i öldüren Cemal Metin Avcı, ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı ama cezası haksız tahrik indirimi sonucu indirildi. Biz kadınlar bu davaları isim isim biliyor, gün gün takip ediyoruz çünkü iktidar, İstanbul Sözleşmesi gibi toplumsal cinsiyet kavramına yer veren ve kadına yönelik şiddeti sistem sorunu olarak ele alan bir metni iptal edip, konuyu birkaç ‘sapık’ erkek ve ‘tahrik eden’ kadına indirgediğinden adliye adliye gezmek zorundayız. Çünkü cezasızlık ve yersiz kullanılan ‘haksız tahrik indirimi’ sebebiyle cesaretlenen erkekler kadınların canına kast etmekte oldukça rahat davranıyor.

***

Yirmi yıllık AKP iktidarında “bir kadın olarak sus” tan, “kız mıdır, kadın mıdır bilemem”e uzanan o yol yakın zamanda “sürtük” ile bambaşka bir yere taşındı. Kıyafeti, sözü, gülüşü, itirazı, gittiği yer, vardığı saat… Erkek düzenin sürdürülebilirliği için ne gerekiyorsa, kadının öldürülmesine, şiddet görmesine, tecavüze uğramasına gerekçe sayıldı. Toplumsal rollerin kadın ve erkeğin fıtratına göre dağılması gerektiğini öne sürmek, gözünü uzaya dikmiş yirmi birinci yüzyıl dünyasında kabul görmesi güç bir iddia. ‘Şeytani’ modern yaşamı reddeden ancak YouTube’a zikir videosu yükleyip, akıllı telefonlarıyla Whatsapp gruplarından dua paylaşanlar için bile bu böyle. Sadece değilmiş gibi yapıyorlar. Bu kimi ilgilendirir? Aslına bakarsanız kimseyi. Peki sorun nerede? Sorun; ister tarikat ister cemaat olsun, kendi inanç ve imkânları dahilinde yaşamayıp holdingleşen gruplarda ve onlarla çıkar ilişkisini sürdürerek bu büyümeyi destekleyen siyasetçilerde. Sorun, kız çocuklarının okumasına, meslek edinmesine karşı çıkan bir tarikat şeyhinin tabutunun önünde devlet erkanı olarak sıralanmakta ve dahası ondan adeta bir rol model olarak övgüyle bahsetmekte! Sözün özü; devlet protokolüyle kaldırılan cenazesinde kadın görmek istemeyen şeyhi, ‘önder’ kabul eden siyasi erk ve abluka altına aldığı yargıdan, biz kadınlara, ne yaşarken ne öldürüldüğümüzde adalet çıkar kardeşlerim! Laik ve demokratik cumhuriyet hepimizin hayat nefesidir.