Pir Sultan, Anadolu’da Şah İsmail’in nüfuzunu yeniden canlandırmak isteyen, hatta bir iki defa Anadolu’ya girmiş kuvvetli bir Şah’tan bahseder. Bu Şah ise Tahmasb’dır.

Pir Sultan Abdal neden öldürüldü?-2: Sonun başlangıcı

M. Olgay Söyler

Kars sürgünü ve bazı tarihi izahlar

Hızır önce pirimdir diye astırmağa kıyamadığı! Pir Sultan’ı sürmek istemiş ve Banaz’a iki Tatar göndermiş, Kars’a sürüldüğü Pir Sultan’a haber verilmiştir. Bir süre Kars’ta kalan Pir Sultan’ın geri döndükten sora asıldığı da rivayeti anlatılır ancak bu sürgünün gerçekten yaşandığı tam olarak tespit edilemeyen vaka olarak bizlere intikal eder. Fuad Köprülü, Hızır Paşa’nın 1603 ile 1617 yılları arasında Osmanlı tahtında oturmuş bulunan I. Ahmed zamanında yaşamış olduğunu tahmin eder; Sofi Aziz Hüdâî Efendi’nin, padişaha hitaben yazdığı bir mektupta, Rumeli’deki Bâtıni zümrelerin yani Bedreddin’in müritlerinin “ahvalinin” Hızır Paşa adında birinden sorulmasını tavsiye eden sözleriyle tarihçi Naima’nın eserinde, Bursa’daki eşkıyayı önlemek için Hızır Paşa’nın Üsküdar’a geçtiğine dair rastlanan bir kayıttır.

Köprülü, Pir Sultan’a ait makalesinde XVI. ve XVII. asırlarda yaşamış birçok Hızır Paşalar arasından, şairle ilgili olanın tespitinin şimdilik imkânsız olduğunu aktarır. Sicill-i Osmanî’de adı geçenler arasında I. Ahmed zamanında hayatta bulunanlar iki tanedir. İlki, 1583/84 de Van Beylerbeyi, sonra Konya Beylerbeyi, 1602’de Tuna muhafızı,1605/6 da Budin muhafızı olan, 1607/8’de ölen Hızır Paşa. Sicill-i Osmanî, bunun 1607’de Üsküdar’a memur olduğunu kaydeder. Naima’da, Bursa’daki eşkıyayı tutmak için Üsküdar’a geçtiği haber verilen Hızır Paşa ile bu, aynı kişi olmalıdır. Diğer bir Hızır Paşa ise: Kapucubaşı, Vidin Valisi olmuş, 1621 de Leh Muharebesi’nde bulunmuş. Görülüyor ki bu iki şahsın Sivas’taki Kızılbaş hareketiyle ilgileri bulunduğuna dair bir kayıt yoktur. Ayrıca önemli bir problemde Sivas’ın köyünde doğan bir çocuğun yahut o civarda yani Sofular, Banaz taraflarında yetişen bir gencin paşa olabilmesinde görülür. Hızır Paşa’lar aktarılırken görev yaptıkları makam ve bölgeler aktarıldı. Fatih itibariyle bu görevler Devşirme kökenlilere sarayda aldıkları eğitimden sonra verilen payelerdi. Hızır’ın Sivas bölgesinde Pir Sultan’ın yanında ona kulluk edip daha sonra paşa olması menkıbenin bir bölümü olsa gerektir.

Daha eski Hızır Paşalardan, Sicill-i Osmanî’nin verdikleri arasında bir tanesi, 1551-1568 arasında imparatorluk hizmetinde çalışmıştır. 1568’de hayatını kaybettiği kayıtlarda geçen Paşa’nın memuriyet yılları Kanuni Süleyman’ın saltanatı zamanına rastlar. Bu Hızır Paşa, Köstendil, Şam, Bağdat Beylerbeyi olmuştur. Öteki üç Hızır Paşa ise III. Murad ve III. Mehmed’in saltanatları sırasında vali ve beylerbeyilik makamlarında bulunmuş şahsiyetlerdir. Bunların hiçbirinin, Pir Sultan’ın muazzam dörtlüklerinde bahsettiği ve rivayetlere konu olan Hızır Paşa olduğuna dair bir kayda rastlanmıyor. Pir Sultan’ı astıran Hızır Paşa’nın kim olduğu problemi olduğu gibi durmaktadır. Büyük bir tahminle diyebiliriz ki tespit etmeye çalıştığımız Hızır Paşa, Kanuni devri devlet adamlarındandı. Kayıtlarda bu hükme vardıran işaretler Pir Sultan’ın şiirlerine bahsedilen “Şah»ın Şah Tahmasb olduğuna dair verilen bazı ipuçlarıdır. Yavuz ile Şah İsmail arasında geçen ve Safevi şahının hezimeti ile neticelenen mücadeleler bu iki hükümdarın ölümlerinden sonra yeniden canlanmış ve 16. asır boyunca sürüp gitmiştir. Yalnız Yavuz ile Şah İsmail arasında yapıldığı gibi bir meydan muharebesi şeklinde değil uzun yıllar süren bir mücadele görünümündedir. Safevi şahının barış zamanlarında dahi Anadolu’da Şah İsmail zamanında başlamış olan Kızılbaş hareketini canlı tutması neticesinde iki devlet arasında gerginlik sürekli devam etmiştir.

Sultan Süleyman İran’a karşı 1534 de Bağdat’ın alınması ile sona eren bir sefer yaptı. Bağdat bilindiği gibi Akkoyunlular’dan Şah İsmail’e geçmiş ve Osmanlılar tarafından ilk defa bu tarihte İran şahı Tahmasb zamanında zaptedilmişti. Ancak çatışma ve savaşlar bir türlü bitmedi 1548 de Osmanlı kuvvetleri Safevilerin elindeki Van’a girdiler. Ancak her zaman olduğu gibi mevsim ilerleyip Osmanlılar huduttan kuvvetlerini çeker çekmez Şah Tahmasb Adilcevaz Muş, Ahlat’ı ele geçirmiş Kars’ı zapt emek üzere yola çıkan Osmanlı ordusunu da bozmuştur ve Safeviler Kemah’a kadar ilerlediler.

Kemah yakınlarında Safeviler Çerkez Osman Paşa kuvvetlerine mağlup olmuşlardı.

1549 ve 1551 yılları arasında Şah Tahmasb, Osmanlıların geri aldıkları Erciş, Ahlat, Adilcevaz kalelerini tekrar ele geçirmek maksadı ile Anadolu’ya girdi. 1552’de Erciş halkı Safeviler ile anlaşarak şehri teslim etti. Adilcevaz›daki Osmanlı kumandanı şehri müdafaa etti. Fakat Ahlat’ta Erciş gibi Şahin kuvvetlerine teslim oldu. Şah’ın oğlu İsmail Mirza Ahlat’tan Erzurum’a yürüdü, Erzurum kumandanı İskender Paşa’yı pusuya düşürüp ordusunu dağıttı. Trabzon, Malatya, Bozok, Karahisar Beyleri savaş meydanında can verdiler. Biga Sancak Beyi, Erzurum askerinden kumandanlar esir oldular. Bunun üzerine Sultan Süleyman Safevi Türk devletine bir sefer daha yapma kararını verdi. 1554 yazında Kars’a vardı buradan Tahmasb’a harp ilanını bildiren mektubunu yolladı. Temmuz ayında padişah Arpaçay’a vardığı sırada Şah Tahmasb kuvvetleri Karaman askerini pusuya düşürüp mağlup etti. Şah, Lûr dağlarına çekildi Süleyman harap edilmiş bir memlekette kıtlık içinde bunalmak korkusuyla kuvvetlerine çekilme emri vermek zorunda kaldı. Bunun üzerine Tahmasb, padişaha bir mektup yolladı. Burada memleketin harap olması Kars ve çevresinin hem Safevi hem de Osmanlı ordusunun tahrip etmesi Şah’ı oldukça kızdırmış intikam alacağını söylemeye itmiştir. Ancak mektupta aynı zamanda sulh da isteyen bir tavır vardır nitekim 1555 yılı mayısında Osmanlılar ve Safeviler bir barış antlaşması imzaladı, artık iki hükümdar da Mehdi olmadığını anlamıştı. İşte Şah İsmail ve Yavuz Selim mücadelesinden sonra İran Osmanlı harplerinin 20 yıllık savaş safhasını bu anlaşmazlık zamanı teşkil eder. El değiştiren şehirler, zaman zaman ordular arasında yaşanan çatışmalar, Anadolu’da Safevi tahriklerinin günden güne alevlenmesi bu mücadele tarihinin ana karakterini verir. Pir Sultan Abdal’ın ve bu asırda yaşamış başka şairlerin şiirlerinde bu mücadele yıllarının havası vardır. Kurtarıcı diye vasıflandırılan Şah’ın gelmesini bekleyiş Osmanlı hükümetinin siyasetine isyan, İran Şahına maddi manevi tam bağlılık bütün bunlar o devrin siyasi havasına da uygun hallerdir. Pir Sultan’ın yazdığı “Şah’ın Urum üstüne yürüyüşü”nden Şah Tahmasb’ ın 1548- 1551 yılları arasında Anadolu’ya yaptığı akınlar kastedilmiş olsa gerek. Şah kuvvetlerinin 1548’de Kemah’a kadar ilerlemiş olmaları herhalde Anadolu Kızılbaşlarına artık Şah’ın kendilerini kurtarmaya geldiğini müjdeleyen bir hadise büyük bir olay olarak algılanabilirdi. İşte bu şiirde Abdülbaki Gölpınarlı’nın işaret ettiği gibi esasen «koca Haydar torunu” diye Şah Tahmasb belirtilmektedir. Bu şiirler «Şah›ın Rum›a yürümesi» ve «yeryüzünü kırmızı taçların» bürümesi artık zamanın geldiğini bildiren ümit dolu sözler olarak yer alır, hatta bunlardan bir tanesinde Şah’ın İstanbul tahtına geçmesi beklenmektedir. İşte bu zaman diliminde Pir Sultan’ın şiirlerinde Sivas taraflarında iştirak ettiği belki de baş olduğu ayaklanma hareketine dair ipuçları vardır. Dörtlüklerinde düşmanların saraylarını bozmaya adeta geniş ölçüde tahrip hareketlerine teşvik eden ihtilal belgesini andıran bölümler vardır. Şair artık bekleme zamanının bittiğini dörtlüklerinde aktarır.

Sonuç olarak Pir Sultan Abdal’ın 17. asır başlarında ve I. Ahmed zamanında değil bu tarihten 50 yıl kadar evvel Şah Tahmasb ve Kanuni Süleyman devrinde yaşadığı ve astırıldığı neticesi çıkarılabilir. Araştırmalarda, bizzat Pir Sultan’ın şiirlerindeki ifadeler ve bu devrin tarihi olayları arasındaki uygunluk bu hükme varmaya götürmektedir. Pir Sultan Anadolu’da, Şah İsmail’in nüfuzunu yeniden canlandırmak isteyen, hatta bir iki defa Anadolu’ya girmiş kuvvetli bir Şah’tan bahseder. Bu Şah ise Tahmasb’dır. Çünkü sadece Şah Tahmasb babası İsmail gibi Anadolu’ya karşı taarruz halindedir, bu taarruz 20 yıllık uzun bir devre boyunca sürdüğünden Anadolu’daki Kızılbaş ahaliyi, şairleri, şiirleri, deyişleri, dörtlükleri etkilemiş derin bir yankı uyandırmıştır. Bu derin yankı ise Pir Sultan Abdal’ın hayatına mâl olmuştur.

Alevi (Kızılbaş) ve Bektaşiler için yedi büyük ozandan biri kabul edilen Pir Sultan Abdal Şah Hatai’den sonra bütün asırların en kudretli halk şairidir.