Birkaç yıl önceydi, bir HK TV kanalında pirinç teraslarını ve köylerini bırakıp gitmek istemeyen Çinli köylülerle askerler arasında küçük çaplı bir meydan muharebesi izlemiştim

Birkaç yıl önceydi, bir HK TV kanalında pirinç teraslarını ve köylerini bırakıp gitmek istemeyen Çinli köylülerle askerler arasında küçük çaplı bir meydan muharebesi izlemiştim. Bir ara bu konu açıldığında Chen, Çin’in en eski pirinç teraslarının onun memleketinde olduğunu söylemişti ve gezmemi tavsiye etmişti. Şimdi onun memleketinde işte o terasları geziyorum.
Bu geziye çıkarken yanına uğrayıp ailesine göndereceği paketi aldım. Memlekette seçimlerin ertesi günü olduğu için o konuda da iki satır lafladık. Bu adamın sağduyusuna ve entelektüel kalibresine güvenirim.
Bu teraslar bence bin yıllık sanat eserleri. Çin’in güneyinde geniş düz arazi çok azdır. O yüzden çözümü kocaman dağları teraslar oluşturarak pirinç üretim alanı haline getirmekte bulmuşlar. Tabii bunlar bin yıl kadar önce olmuş. Bu tahmin edilen tarih; daha eski de olabilir. Ta yapıldıkları zamandan bugüne kadar bunlar üzerinde kimsenin mülkiyet hakkı olmamış. Bütün köylülerin emeğiyle yapılmış, şimdi de birlikte kullanıyorlar.
Çin köyleri en az birkaç yüzyıllıktır. Evler de öyle; köyde en son ne zaman yeni bir ev yapıldığını köyün en yaşlısı olan bu güngörmüş Çinli bile hatırlamıyor. Bu yaşında pirinç fidesi dikmeye devam ettiği teraslar için “Bunlar ben çocukken de vardı. Biz yenilerini yapmadık” dedi. Hatırlayabildiği bütün aile büyükleri bu köyde yaşamış ve hep bu teraslarda pirinç yetiştirmişler. “Sadece bir yıl ekemedik. O zaman Başkan Mao bizi çelik fabrikalarına işçi olarak çağırmıştı. Kadınlar ekti ama yetişemediler. O yıl büyük kıtlık oldu” diye anlattı.
Aslında bu küçük kasabada çok itibarlı bir misafirim. Chen’in dostu olduğum ben daha kasabayı bir uçtan öbür uca geçmeden yayılmıştı. Chen, devlet idarecilerinden olduğu için buraların büyük adamı. Bir beyaz adamın dostluğu pek alışılmış bir şey olmasa da, kız arkadaşım vesilesiyle durumu biraz toparlıyorum gibi. Bu ağır misafirlik nedeniyle benden kimse para almak istemiyor. Yoksullukları ortada, hiçbir izaha gerek bırakmıyor. İzahı gereken yoksul insanların bu cömertliği, bu gönül zenginliği. Buralarda bir darbı mesel “Bir kâse pirinç için bir yoksulun kapısını çal” der (yani aç kalırsan). Kadim Çin bilgeliği işte…
Meyve satıcısı bu genç de benden para almak istemiyor. Bahçesinden topladığı birkaç kilo meyveyi satmaya gelmiş. Meyveleri bir kesekâğıdına koyarak verdi. Gazeteden yapılma bu paket malzemesini görmeyeli neredeyse otuz beş yıl olmuş. Hem de “People’s Daliy”den (ÇKP’nin resmi gazetesi sayılır; ama bence memleket basına göre daha bağımsız) yapılma. İki gün önce Chen’in yaptığı politik kesekâğıdı muhabbetinden sonra gerçeğiyle de karşılaştım.
Chen “Bir gazetenin işinin bitmiş hali bizde en değerli olduğu zamandır. Çöpe gitmeden önce kesekâğıdı yapılır ve son defa kullanılıp atılır. Para vermeden sahip olursun ama (paketleme malzemesi olarak) ekonomik değer ifade eder” dedi. Sinekten yağ çıkarmakta uzmanlaşmış Çin aklı işte…
Memleketin son haline birkaç gündür bu “kesekâğıdı felsefesi” açısından bakıyorum. Diğer taraftan da Selçuk Hoca’nın (Candansayar) “Kefaret kurbanı” yazısı aklıma geliyor. Tarihe kayıt düştüğüne inandığım o yazıya benim ekleyeceğim not şu: İnsanlar bu vahşi seyrin süresini biraz daha uzattı. Onları temsil eden, kendilerini buldukları kahramanın arenada paramparça edilişini biraz daha seyredecekler. Orada onların ruhundaki muhafazakârlık/dindarlık kılıklı “faşizan günahkârlık” da paramparça olacak ve bir daha böyle işlere kalkışacak mecalleri kalmayacak.