Ne yaparlarsa yapsınlar tarikat denilen şeyin bu toplumun kendi mahsulü olmadığı gerçeği dönüp dolaşıp yüzlerine çarpacaktır. Bilin ki Türkiye toplumu bu yobaz sürüsünün “sicilini” asla temize çekmeyecektir. Sırf bu şımarıklığın dahi ağır bir bedeli vardır.

Pişkinliğin had safhası
Fotoğraf: Hiranur Vakfı

Timur Soykan’ın BirGün gazetesinde yayımladığı malum haberin ardından etekleri tutuşan din tacirlerinin mesaisi hayli ilginç bir hal aldı. İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızının altı yaşında iken imam nikâhıyla ailesi tarafından evlendirildiği ve uzun yıllar boyunca esir edildiği mürit tarafından tecavüze uğradığı gerçeğinin üstünü kapatmak, bu gerçeğin tartışılmasını bile imkânsız kılmak için ellerinden geleni ardına koymayanların birkaç gün içerisinde eriştikleri pişkinlik fazlasıyla acı ve utandırıcı. Öyle ki esef verici olayın yarattığı infiali derinleştirmek ister gibi faillerden çok meseleyi gündeme getirenleri suçlayan bu kafa yapısını anlamaya çalışmak bile başlı başına bir zülüm.


İlk evrede haberin bilhassa ana akım medyada yayımlanmayacağına duydukları güvenle sessiz sedasız olayın kapanması beklentisine girdiler. Bu esnada Yusuf Ziya Gümüşel’in adı alelacele Hiranur Vakfı’nın internet sitesinden silinirken, yandaş medyada -vakadan neredeyse bahsetmeksizin- “karalama, iftira, din düşmanlarına inanmayın” minvalinde haberler yayımlanmaya başlamıştı bile. Fakat savcılık iddianamesinde yer alan kanıtların berraklığı bu çeşit bir omuz silkme kolaycılığına mahal vermeyince, kardeşlerin videosunu yayımlayarak kanıtları boşa düşürmek istediler. Oyun kisvesinde gerçekleştirilen istismarın kurbanının “yalancı”, fotoğrafların ise “temaşadan” olduğu söyletilen kardeşler savcılık dosyasındaki diğer kanıtlarla ilgili hiçbir şey söylemese de yine bir tür “mağdur aile” pozu vererek iftiraya uğradıklarını savundu. Peşi sıra birbiri ardına videolar yayımlayan dinci hatipler “araştırmadan inanmayın, günaha girersiniz” minvalinde sözlerle bir muğlaklık algısı yaratırken, yandaş medya ile sosyal medya trolleri de bu “mağdur aile” pozuna binaen tekrar atağa kalkarak “Timur Soykan tutuklansın” kampanyası açacak ölçüde gemi azıya aldılar. Gelgelelim BirGün gazetesi başta olmak üzere muhalif medyanın ortaya sermeye devam ettiği dokümanlar mahal vermediğinden bu sahte muğlaklık alanında at koşturmaya devam edemediler. Timur Soykan belgelerle tane tane açıkladı her şeyi. Çocuk daha on dört yaşında iken bir doktorun istismarı fark ederek savcılığa bildirmesi, savcılığın doğum kaydı istemeden sahte bir kemik testiyle dosyayı kapatmış olduğu, iddianamede yer alan telefon konuşması gibi kanıtlar tüm kamuoyu için ikna ediciydi ki bu noktada yaşanan şeyin “münferit bir vaka” olduğu doğrultusundaki ikinci evreye geçildi.

Bu ikinci evrede ana akımda da yer bulan haberlerin çoğu olayı kınayan iktidar mümessillerinin açıklamalarından mütevellitti. Doğum kaydı istemeyen savcıdan ya da kemik testi veren yirmi bir yaşındaki müritten pek bahsetmeksizin olayın faillerinin cezalandırılacağı duyuruldu. İtinayla vurgulanan şey ise işlenen suçun “şahsiliği”, “belirli bir kesime havale edilmemesi gerektiği”, “Müslüman ailelerin zan altında bırakılmaması gerektiği” oldu. Yani adına “tarikat” denilen yapıların özenle zikredilmemesi, bunlardan “aileler” ya da “Müslümanlar” diye bahsederek bu infialin ardından tarikatları hedef alanların sanki tüm dindarları, hatta toplum yapısını hedef alan “gafiller” oldukları nirengisindeki yeni bir söylemsel eksene geçildi. Diyanet İşleri Başkanlığı İslam’da “rüşt yaşına” (her neyse bu) gelmeyen bireylerin evlendirilmesinin yasak olduğu doğrultusundaki açıklamasını yine aynı eksene dayandırarak “konunun yüce dinimiz İslam ile bağdaştırılarak Müslümanların itham edildiği bir sürece dönüştürülmesinin” rahatsız ediciliğinden veryansın etti. Aynı gün, Abdulkadir Selvi “kafamda soru işaretleri var” diyerekten giriştiği yazısında “olayı gündem yapanların sicilinden” dem vurarak cümle yobaz taifeye üçüncü evrede yol almaları gereken patikayı işaret ediyordu: “Aman din düşmanlarına mahal vermeyelim!”

İşte bugünlerde içinde bulunduğumuz bu üçüncü evrede artık yalnızca aklı değil vicdanı da isyan ettirecek bir pişkinlikle karşı karşıyayız. Kamuoyunda örtemedikleri infiali “din düşmanlarının kumpası” dedikleri yeni bir gündemle geçiştirmeye çalışan tarikatçılar Selvi’nin gösterdiği hattan taarruza geçer gibi “LGBT'ci, komünist, feminist derneklerin elinde bulunanların laflarıyla Müslüman aileleri zan altında bırakanlardan” tutun da “kadrolu din düşmanları, bordrolu Müslüman hasımları, gizli gâvurlar” olarak tarif ettikleri bir muhayyel öteki yaratmaya çalışıyor. Öyle pişkinler ki yakında istismarı gündeme getirenleri “darbecilikle” suçlarlarsa hiçbirimiz şaşırmayacağız. Hatta “utanmasalar biz değil solcular yaptı diyecekler” cümlesini yazacaktım buraya ki dediler bile: Gerçekten. Bilhassa solcuların olayı gündeme getirerek “siyasi çocuk istismarı” yaptığını yazanlar bile oldu.

Gelin görün ki ne yaparlarsa yapsınlar tarikat denilen şeyin bu toplumun kendi mahsulü olmadığı gerçeği dönüp dolaşıp yüzlerine çarpacaktır. İmtiyazlarını korumak için çocuk istismarını dahi görmezden gelmeyi salık veren türden bir din bezirgânlığı devleti arkaladığı şu günlerde fevkalade palazlanmış olabilir, lakin çıngıraklı deve kaybolmaz, bilin ki Türkiye toplumu bu yobaz sürüsünün “sicilini” asla temize çekmeyecektir. Sırf bu şımarıklığın dahi ağır bir bedeli vardır. Ve elbette ki #TimurSoykanYalnızDeğildir!