Bugün sokaklarını kullanılmış maskelerin süslediği; yargıçlarının davalı şahıslar ile otellerde konakladığı; gazetecilerinin rüşvetle haber yaptığı; üniversite dekanlarının kendi çocukları için özel akademik kadro sipariş ettiği bir ülkedeki tek iç denizin, pislikten girilemez hale gelmesi, böylesi bir memlekette hayatın olağan akışına gayet uygun bir durum.

Pislik

SERHAT HALİS

Bugünlerde güney Çin’den kuzeye doğru tuhaf bir göç yaşanıyor. Çin’in güneyindeki Xishuangbanna bölgesinde yaşayan vahşi Asya filleri, bilinmeyen bir nedenle, binlerce yıldır yaşadıkları alanı terk ederek, kuzeye doğru ilerliyor. Yaklaşık bir yıl önce başlayan yolculuğa, bilim insanları henüz mantıklı bir neden bulamadı. Üstelik böylesi bir göç, ilk kez gözlemleniyor.

Fillerin göç güzergâhında bulunan yerleşim alanlarında tedbirler alınmış olsa da dev cüsseli bu memeliler, arkalarında tahrip olmuş pek çok yerleşim yeri ve ekili alan bıraktı. Onlarca filden oluşan bu kervan, bir kısım tarım alanını ezip geçti. Bir anlamıyla filler tepişirken olan çimenlere oldu.

‘Fillerin tepişmesi ve ezilen çimenler’ metaforu; kuşkusuz, Çin’de yaşanan bu esrarengiz göç olayına değil, toplumsal olana dair yaptığı vurguyla anlam kazanıyor. Bu laf, “tepedekilerin” kendi aralarında yaşadığı çatışmanın faturasını; sıradan insanın ödeyeceğini, bu durumun olumsuz sonuçlarıyla sıradan insanın yüzleşeceğini anlatıyor elbette.

Bugünün Türkiye’sinde yaşananlar da adeta bir “filler ve çimenler” hikâyesi… Şu an elimizde çerezler, oturduğumuz koltuktan dizi film izler gibi tepedeki fillerin savaşını izliyoruz; ama dünya tarihinde “tepedekilerin” çatışması her zaman “aşağıdakilerin” faturasını ödediği bir borca dönüşür. Yine de kendimizi bu filmi izlemekten alamıyoruz.

PİSLİK

İzlediğimiz bu filmdeki patlama sahnesini hatırlarsınız. Bu sahnede bombanın fitili daha önce ateşlenmiş olsa da infilaka neden olan şey, bir sözcük oldu. Evet, her şey “pislik” lafıyla başladı. Kendisine söylenmiş bu lafı kaldıramadığını anladığımız Sedat Peker, suyun öte yakasındaki bir kara kutu olarak, eteğindeki taşları dökmeye başlayınca, esas pislikler ortaya saçıldı. Bu patlamayla memleketin her tarafından pislik aktığını; sıradan yurdum insanı da görmeye başladı.

Aslında Peker’in anlattığı şeyler; Türkiye’de herkesin bildiği sırlardandı. Ancak bu sırları, cerahatin içinden çıkmış biri yüksek sesle dillendirince, işin rengi de değişti. Üstelik Peker yaraya neşter vurmuyor, sadece iğne batırıyor. Bu bile dehşet bir irin seli içerisinde boğulmamıza yetiyor.

Neler yok ki bu selin içinde?

Kredi borcunu iki ay ödemediği için; çiftçinin tepesine binen, hacizle yurttaşın evindeki buzdolabına bile el koyan devletin bankası, medya patronunun 750 milyon dolarlık kredi borcunu sessiz sedasız hasıraltı etmiş.

“Din kültürü ve ahlak bilgisi” öğretmenliği yapmış yandaş “gazeteci”, milyonlarca lira rüşvetle, servetlerinin nereden geldiği belli olmayan bir takım heriflerle, tehdit ve şantaj işlerine bulaşmış, daha bilmediğimiz bir sürü gizli kapaklı işler çevirmiş.

Koruma polisi verilmediği için eski kocası ya da başka bir erkek tarafından öldürülen kadınların olduğu bir ülkede; devletin polisleri koruma amaçlı olarak mafya liderlerine tahsis ediliyormuş.

“Muhalif milletvekilleri” eylemlerde polis tarafından tartaklanıyor ya da doğru bir haberi retweet ettiği için tutuklanıyorken; hükümet partisi içindeki milletvekilleri suç örgütü lideriyle ahbap olmuş, mafya liderlerinden her ay on binlerce dolar para alıyorlarmış.

Meğer devletin tankıyla otellere girilmiş, oralara el konulmuş. Derin ilişkiler, tehditler, resmi plakalar kullanılarak marinalara çökülmüş. Şantaj ve rüşvetle milyonlarca dolar para ceplere indirilmiş. Suyoluna dönen Venezuela’dan, gemilerle neler neler taşınıyormuş.

Anlaşıldı ki, medyadan siyasete, iş dünyasından spor dünyasına, sanattan hukuk camiasına; bu pisliğin parçası olmayan kimse kalmamış.

Küçücük bir iğne ile açılan delikten sızan irin şimdilik bu. Bu yaraya gerçek bir neşter vurulunca nasıl bir tabloyla karşılaşacağımız ise hayal sınırlarımızı zorluyor. Muhtemelen o sabah, Türkiye’nin her bir köşesinden akan, “Yuh artık” diyeceğimiz haberlere uyanacağız.

MÜSİLAJIN BOĞDUĞU DENİZ

Bu pisliğe neşter vurulur mu bilemeyiz ama şayet böyle bir şey olursa, gerçekten lağım patlayacak.

Hani şu iktidar partisinin belediyeciliği ile on yıllarca Marmara Denizi’ne akıtıldığını öğrendiğimiz lağım. Sadece lağım mı, yıllarca fabrikaların her türden atığı da denize boşaltıldı bu ülkede. Sonuç, müsilaj dediğimiz bir bela ile deniz şu an can çekişiyor.

Patronların kârını artıracaksa şayet, doğaya pislik salınmasına olanak sağlayan bir yönetim modeliyle hemhâlız çünkü. İşte bu anlayış zerre kadar bir etik değer üzerine bina olmuş her şeyi yerle bir ediyor. Ülkede yaşanan büyük çürüme, tam bu noktadan fışkırıyor.

Zira etik çürüme, kaçınılmaz bir pislik doğuruyor. Siyasette ve hayatın tüm alanlarında berbat bir çürümeye neden oluyor bu. Temizlik alışkanlıkları bile bu çürümeyle orantılı şekilde geriliyor. Orada artık; denize, doğaya karşı bir saygı da kalmıyor. Çöpünü yere atan bir toplum, ağaca sevgisi olmayan bir siyasi anlayış, lağımını denize salan bir yönetim modeli şahlanıyor.

Bugün sokaklarını kullanılmış maskelerin süslediği; yargıçlarının davalı şahıslar ile otellerde konakladığı; gazetecilerinin rüşvetle haber yaptığı; üniversite dekanlarının kendi çocukları için özel akademik kadro sipariş ettiği bir ülkedeki tek iç denizin, pislikten girilemez hale gelmesi, böylesi bir memlekette hayatın olağan akışına gayet uygun bir durum.

Vahşi Asya Filleri ve Türkiye Gençleri

Böylesi bir pislik içerisinde yaşamayı tercih etmeyen insanların sayısının günden güne artıyor oluşu da bu kontekste anlam kazanıyor ve gençlerinin yüzde 72’sinin yurtdışında yaşamak istediği bu ülkeden kaçmak, kaçınılmaz bir olguya dönüşüyor.

Yani mevcut durum, bu ülkenin gençlerini, tıpkı Çin’deki vahşi Asya Filleri gibi göç etmeye zorluyor. Asya fillerinin hareket nedeni hâlâ anlaşılamamış olsa da evrimsel olarak memelilerdeki göç, bağrında her zaman daha iyi bir yaşam umudu taşır. Asya filleri ve Türkiye gençlerini göçe zorlayan temel manivela, işte bu daha iyi yaşam arayışıdır.

Anlayacağınız; vahşi Asya filleriyle bu ülkenin gençlerini benzer bir davranış örüntüsü içerisine sokmayı başaran bir yönetimle karşı karşıyayız.