Koltuk değneğiyle eve giderken, hayatının pek de mutlu geçmeyeceğinden emin çocuk, hazır ayağı alçıdayken, kendini denize bırakmak istiyor. Boynuna ağırlık bağlamaya da gerek yok, alçısı yeterince ağır

Pivot

CEM TUNÇER

Vizyonsuz babasının değerlenir diye aldığı arsaların hiçbiri değerlenmedi. Bu yüzden denize yakın bir evde oturmadılar hiçbir zaman: babasının hayali, değerlenen arsaları satıp deniz kıyısında bir ev almaktı. Bu hayal uzun bir süre daha gerçekleşecek görünmüyor, metro yapılacak, metrobüs gelecek söylentileri asılsız çıksa da, baba inanmaktan vazgeçmiyor.

Gelelim çocuğa: doktorlar ömrünün kalan kısmını mutlu ve huzurlu geçirmesini söyledi. Nasıl sorusuna cevap vermiyorlar; bu onların işi değil.

Çocuk filmlerdeki gibi, net bir tarih verilmesi gerektiğini düşündü. Altı ay uygundu mesela. “Altı ay ömrünüz kaldı, ömrünüzün geri kalan kısmını…” Kulağa ne kadar da hoş geliyor. Ama hayır. Kalan kısım belirsiz. Üç ay da olabilir, üç yıl da. Bunu bilmek imkânsız. Tıp henüz o kadar ilerlemedi; hem ne de olsa, heyetin karşısında bulunma sebebi, sadece kırık bir bacak. Heyet bacağa bakıyor ve ömrünün kalan kısmını mutlu ve huzurlu geçirmesini söylüyor. Korkulacak hiçbir şey yok. Bu sadece güzel bir temenni.

Bir basketbol maçında ayağını sakatladı. Bileğinden. Çıktığı bir turnikeden indiğinde, kulağında orada olmaması gereken bir ses yankılandı. Kırılan bir kemik sesi. Çat değil. Çıtırt? Hayır. Daha derin bir ses. Daha sert, acı verici, daha var oluşa dair bir ses. Kırılanın sadece kemik değil, çocuğun basketbolcu olma hayalleri olduğunu da düşünürseniz o ses kulağınızda canlanabilir.

Bir kelime ile tarif edilebilse o ses… Çokça sessiz harf gerekli. Bu noktada İskandinav olmanın yararını görebilirdik ama ne yazık ki değiliz. Daha çok kkkk, çççç gibi. Uzun süren sert bir ses. Araya giren herhangi bir sesli harf, a bile, ı bile, o sesin muhtevasını zayıflatacaktır.

Ses kulağında yankılandı. Sesin nereden geldiğini kavramaya çalışsa da, o bir saniyeden kısa sürede aklından geçen tek şey, bir kola tenekesine basmış olduğuydu. Bileğine baktığında, o bir saniyeden az sürenin hiç geçmemiş olmasını diledi. Bir saniye de olsa bir umuttu süren, şimdi ise umut yok. Bileği ters. Vücuduna bağlı fakat kendi bileği değil artık. Bilek bir yabancı. Bilek, yolda görse tanıyamayacağı bir uzak akraba.

Ters dönmüş bir bilek. Yan daha uygun aslında. O an yapılabilecek tek şeyi yaptı: yapmaması gereken şeyi. Hiç düşünmeden, bileğini iki eliyle tuttu ve yerine oturtu. KKKKkkk, ÇÇÇÇççç. Ses kulağında yankılandı ve tam o anda bağırmaya başladı. Bol sesli harfli bir bağırış; bolca a ve e’den oluşan.

Turnikeye çıktığında onunla birlikte havalanan rakip takım oyuncusuydu ilk yanına gelen. Artık bileği yerindeydi. Kötü yaşanmışlığın herkes farkında, bol sessiz harfli çirkin ses hâlâ havada.

Acil servis. Hastane. Röntgen. MR. Röntgen. MR. Kırık. Birkaç yerden. Bilekte kaç tane yer olabilir ki diye düşündü. Yani. Bileği kendim oturttum ve orada kırılacak tek bir nokta var. Hayır. Birkaç yerden kırık. Doktorlar ısrarcı. Gereken tek yol ameliyat.

Şimdi heyetin karşısında. Ayağı alçıda, bekliyor. Ameliyat nasıl geçti diye sorarsanız… Yürüyebilecek kadar iyi, basketbol oynayabilecek kadar iyi değil. Doktorlar ömrünün kalan kısmını mutlu ve huzurlu geçirmesini söylüyor. Bu bir temenni. Çocuğun basketbol hayatı bitti.

Koltuk değneğiyle eve giderken, hayatının pek de mutlu geçmeyeceğinden emin çocuk, hazır ayağı alçıdayken, kendini denize bırakmak istiyor. Boynuna ağırlık bağlamaya da gerek yok, alçısı yeterince ağır. Neyse ki, bulunduğu semt denize uzak. Teşekkürler vizyonsuz baba.

Hem koltuk değnekleriyle yürümek de o kadar kötü olmasa gerek. Bu hafta güzel bir kadın, metroda çocuğa yer verecek.