Piyasacılık ve gericilik kıskacında üniversite

OĞUZ KALKAN

Türkiye’de öğrenciliği, özel olarak da üniversiteyi ya da üniversiteli olmayı konuşmaya başladığımızda kendimizi piyasacılığın ve gericiliğin iç içe geçtiği bir sistemle karşı karşıya buluyoruz. Üniversitelilerin eğitim sistemine ya da üniversitenin piyasalaştırılması ve gericiliğe dair söyleyeceği her söz ve üretmiş olduğu her eylem de böylesi bir bağlamda ayrıca önem kazanıyor. Bu sorunlar okul öncesi eğitime kadar indirilebilecek olsa da çok geriye gitmeden bakacak olursak hızla artmakta olan lise ve ortaokul düzeyindeki imam hatipler, ticari işletme mantığıyla açılan temel liseler, bölünen ve kampüsleri şehir dışlarına taşınan devlet üniversiteleri, sayıları her geçen gün artan özel üniversiteler, sanayicilere hizmet maksatlı bir proje olarak kurulan üniversite teknoparklarını bir çırpıda sayabiliyoruz. Daha yakından baktığımızda üniversiteye kayıt yaptığınız anda öncelikle ekonomik manada çeşitli sorunlarla karşılaşıldığını örneğin barınmak için sınırlı sayıdaki devlet yurtlarından birini – ki bu yurtlar bugün manevi destek adı altında imamların çalıştığı, personellerinin gerici tarikat üyelerinden oluştuğu, her türlü dini programın aksatılmadan yerine getirildiği yerlerdir- ya da fahiş fiyatlarla kalınabilecek özel yurtları ya da evleri tercih etmek zorunda kalındığını görüyoruz. Okulun kapısından girmeden sizi karşılayan özel güvenlik ve hatta bugün birçok kampüsün içerisine bir rektörün imzasıyla elini kolunu sallayarak giren polisi ve bu resmi güçlerin yanına dizilmiş sivil faşist çeteleri görüyoruz. Bir kararnameyle okullardan atılan yüzlerce akademisyenin, cumhurbaşkanlığına bağlı olarak atanan rektörlerin, bir tasarıyla bölünmesine, bölgesinin değiştirilmesine karar verilmiş kampüslerin haberlerini bir sabah gazetelerde, ya da not paylaşırken duyup, görebiliyoruz.

Üniversite mücadelesinin karşı karşıya kaldığı piyasacılık ve gericiliğe dair tüm bu somut durumların karşımıza geleceksizlik olarak dikildiğinin anlaşılması önemlidir. Çünkü piyasacı anlayışla eğitim ( ya da bilgi) az önce bahsettiğimiz şekillere bürünerek metalaşmış ve ulaşılabilirliği ortadan kalkmıştır. Zaten emekçi kesimlerin çocukları en başında bu döngülerin dahi dışında bırakılmıştır. Harçların, okul ve barınma giderlerinin karşılanması yani en basit haliyle bir üniversite öğrencisi olabilmek toplumun geniş kesimleri için karşılanması ağır maddi bir yük olmuştur.

Bir diğer yanıyla gericidir çünkü ‘kindar ve dindar bir nesil yetiştirmek’ iktidarın topluma yönelik saldırısının lise ve üniversitelerden beslenmeye çalışıldığını açıkça gösterir. TÜBİTAK AKP’lileşmesinden, 4+4+4’e, ilahiyat mezunlarının her kurumda çalışabilmesi ve kontenjanlarının arttırılmasından lise ve üniversitelerdeki kutlu doğum haftalarına ve tarikat-okul yönetimi işbirliğindeki etkinliklere kadar uzanır.

Elbette Türkiye’de iktidar eliyle düzenlenen eğitim sisteminin üniversiteler üzerinde dönüştürme çabası çok da yeni değildir. Tarihsel bir bakış atacak olursak kademeli olarak din eğitimi veren okulların ve kursları sayısı her yıl artmış, buralarda eğitim gören öğrencilere çeşitli imtiyazlar sağlanmıştır. Bu artış 12 Eylül 1980 Darbesi, YÖK’ün kuruluşu, Bologna sürecine dahil olunması ve AKP iktidarıyla beraber bir başka boyuta taşınmıştır.

Sonuç olarak bireyciliğin ve tüketimin kutsandığı, gerici, piyasacı, faşist bir kuşatma içerisinde, geleceksizlikle karşı karşıya kalmış bir gençlikten bahsedebiliriz. Ancak bunun kabul edilmez bir durum olduğunu ve toplumun her kesiminde olduğu gibi bugün gençlik içerisinde de bu duruma karşı çeşitli direnme eğilimlerinin kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Gezi Direnişi’nden bu yana toplumsal muhalefetin dinamosu olarak harekete geçmiş, referandumda hayır demiş ve toplumsal süreçlerin içerisinde aktif bir biçimde yer almış bu gençlik kuşağının potansiyellerini göz ardı edemeyiz. Toplumun içine sürüklendiği gericileşme içinde karşı karşıya kaldığımız taciz olayına karşı derslerini boykot eden liselilerin, üniversitenin bölünmesine karşı haftalarca meydanları doldurmuş üniversitelilerin anlattığı şey iktidar eliyle dayatılan ve bizim olmayan bir tarihin karşısında bizim olanı geri alabileceğimiz ve kendi hikâyemizi anlatabileceğimiz bir araya gelme ve mücadele kanallarının yaratılması arzusu olarak okunabilir.