Küresel kapitalizm içine saplandığı krizden bir türlü çıkamıyor

Küresel kapitalizm içine saplandığı krizden bir türlü çıkamıyor. Uygulanan “kemer sıkma” politikalarına karşı geniş kitlelerin tepkisi giderek daha sert bir biçimde devlet şiddeti ile karşılaşıyor. Neo-liberalizmin demokrasi ve özgürlük cilası dökülürken, “Occupy Wall Street” gibi piyasanın talep ve çıkarlarına aykırı davrananlar, “radikal bireycilik” vaatlerinin de aldatmaca olduğunu öğreniyor.

Bu genel önermeleri Türkiye özeline taşırsak; rejimin otoriterleşmesi, yargı ve medyanın bağımsızlığının hiçe sayılması uluslararası sermayeyi belki işkillendirir ama, işler tıkırında gittiği müddetçe topyekün ayağını çekmesi anlamına gelmez. Elbette 17 Aralık operasyonuyla özellikle kamu ihalelerine rüşvet ve yolsuzlukların diz boyuna vardığı, piyasa mekanizmalarının hükmünü icra etmesine çoğunlukla izin verilmediği net bir biçimde anlaşılmış oldu. Zaten o dönemde döviz kurları zıpladı, Merkez Bankası, faizleri yüzde 10’a çekmek zorunda kaldı, Türkiye’nin risk primi tavan yaptı. Sonra da piyasaların “yeni dengeleri” keşfetmesiyle sıcak para daha cazip koşullarda Türkiye’ye avdet etti.

Şimdi Davutoğlu hükümetiyle bir geçiş dönemi yaşarken, uluslararası sermaye neo-liberalizmin kurallarına davranılmayacağının, çıkarlarına halel gelmeyeceğinin garantisini istiyor. Bu garanti de, Ali Babacan’ın varlığında cisimleşiyor. “Demokratikleşmenin ve kalkınmanın önünü kesme noktasına ulaşmış olan ağır kutuplaşmanın ve ayrışmanın bertaraf edilmesi”, yolunda kaygılarını dile getiren TÜSİAD’ın da, “böyle bir ortamda ekonominin yapısal reformlara odaklanmasını” önerene TOBB’un da tercihinin Babacan olduğunu tahmin etmek zor değil. Haliyle bu kaldıraç sayesinde Ekonomi Bakanı’nın eli güçleniyor, kendi şartlarını masaya yatırabiliyor.

BABACAN’IN ŞARTLARI
Gazetelere yansıdığı kadarıyla Babacan, ekonomiyi yönetecek ekibi kendisinin belirmesi, ekonomi yönetimine hiç kimsenin siyasi dayatmalarda bulunmaması, Merkez Bankası politikalarına asla müdahale edilmemesi gibi koşullar dışında, Yiğit Bulut’un kellesini de istiyor. Kemal Derviş’in veliahdı kabul edilebilecek, muhafazakâr vitrinle Amerikan terbiyesi almış bir neo-liberalizm teknokratı olan Ali Babacan’lı yıllarda sıcak para olsun, doğrudan yatırım olsun, yabancı sermayenin burnu bile kanamadı. Aşağıdaki tablodan da izlenebileceği gibi,

Türkiye’ye Sermaye Girişleri 2006-2014 Haziran (Net) (Milyar Dolar)
Doğrudan Yatırımlar 108.5
Portföy Yatırımları 116.2
Diğer Yatırımlar 185.5

bu dönemde finans kapital Türkiye’ye 410 milyar dolarlık teveccüh gösterdi, devasa cari işlemler açıklarının finanse edilmesini mümkün kıldı.

Bilindiği gibi Türkiye; Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Güney Afrika’yla birlikte “kırılgan beşli”nin üyeleri arasında. Diğer bir deyişle, küresel likidite koşulları değiştiğinde ilk okkanın altına gidecek grupta yer alıyor. Nitekim geçtiğimiz hafta İstanbul’da bir konferans veren Nobel Ödüllü ünlü iktisatçı Joseph Stiglitz de, kısa süreli sermaye akımlarının girişinin durması halinde Türkiye’nin karşılaşacağı “gerçek riske” dikkat çekti. Merkez Bankası politikalarını övdükten sonra, “paranın ruh halinin bir anda değişip fişi çekebileceğine” vurgu yaptı. Bir anlamda aba altından sopa gösterirken, Merkez Bankası üzerinden Babacan’a sahip çıkmış oldu.

Hükümete, daha doğrusu RTE’ye mesafeli bakan sermaye çevreleri, Babacan’ın bankalardan sorumlu başbakan yardımcısı olduğunu, “ayakkabı kutusu” rezaletiyle gündeme gelen Halk Bankası’nın onun sorumluluk alanında bulunduğunu hatırlamak ve hatırlatmak bile istemiyorlar. Buna karşın havuz medyası da, Bank Asya tartışması üzerinden Babacan’a “paralel destekçisi” etiketi yapıştırmaktan şimdilik geri duruyor.

5-5-5 HAYAL OLDU
Ekonominin dümeninde kim olursa olsun Türkiye’yi zorlu bir Sonbahar’ın beklediği rakamlarla ortada. Hatırlanırsa bir zamanlar hükümetin, “5-5-5” diye bir sloganı vardı. Büyüme yüzde 5 olarak gerçekleşirken, enflasyon yine yüzde 5’e inecek, cari açık ise GSMH’nin yüzde 5’ine daralacaktı. Şimdi bu hedeflerin çok uzağında kalındı. Son sanayi büyüme rakamlarındaki yavaşlama ve mevsim koşullarına rağmen işsizliğin yüzde 8,8’de seyretmesi büyümenin yüzde 3’ü bile zor bulacağına işaret ediyor. Nitekim IMF büyüme tahminini yüzde 2,7’ye çekti. Temmuz ayı itibariyle tüketici fiyat artışı yüzde 9,32’ye vurdu, yüzde 10’a doğru yol alıyor. Cari açık ise, 2014’ün ilk 6 ayında 24 milyar dolara çekilse de, hâlâ GSMH’nin yüzde 5,8’i düzeyinde seyrediyor. Üstelik giderek daha zor finanse ediliyor. 2014’ün Haziranı’na kadar giriş yapan 6.4 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para olmasaydı, rezervlerde kanama daha da hızlanacaktı.

Ali Babacan’ın hükümetteki gerçek ağırlığını ölçmek için Merkez Bankası’nın bu haftaki faiz kararını beklemekte yarar var. 2 yıllık gösterge faizi 9,30 düzeyinde dalgalanırken, eğer 8,25’te bulunan politika faizi sabit tutulur veya 25 baz puanlık bir indirimle yetinilirse, Babacan’ın pazarlık gücünün yüksek seyrettiği anlamına gelir. Aksi takdirde, 50 puan veya daha fazla bir indirim ise, inisiyatifinin zayıfladığı şeklinde yorumlanabilir.

Orta uzun vadede ise, muhtemel bir krizin patlaması RTE tarafından tüm faturanın Babacan’a çıkarılmasını getirebilir. Çok geçmeden yandaş basın tarafından “paralelci” diye arkasından teneke çalınarak uğurlanır.