Anlaşılan belirli aralıklarla saman alevi gibi Latin Amerika’da yanıp sönen pembe dalga sol siyasetler, Türkiye’de gereğinden fazla heyecan yaratıyor ve gereğinden fazla beklenti doğuruyor.

Plazadan sallanan pembe bayrak

SERHAT HALİS

Şili’de geçtiğimiz pazar günü yapılan seçimi 35 yaşındaki “solcu” lider Gabriel Boric’in kazanmasıyla esen rüzgar, Türkiye solunun “kızıl bayrağını” bir kez daha dalgalandırdı. Bu zafer sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir heyecan yarattı. HattaBoric’i, Şili’nin “yeni Allende’si” olarak tanımlayanlar bile oldu.

Hatırlanacağı üzere Allende, seçimler yoluyla Şili’de 1970 yılında iktidara gelmiş Marksist bir politikacıydı. Küba yanlısı ve Fidel’in yakın dostuydu. Ancak Fidel’in “silahlı savunma birlikleri kurmalısın” önerisini dikkate almadı ve 1973 yılında askeri bir darbeyle devrildi. Kuşatılmış Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda faşist askerlerle çarpışırken, elinde Fidel’in kendisine hediye ettiği AK-47 silahı vardı, aynı silahla birkaç saat sonra intihar edecek ve böylece Şili’de Allende dönemi sona erecekti.

Bu yönü itibariyle Boric ve Allende arasında muazzam farklar var. Boric her şeyden önce bir Marksist değil. Sol yelpaze içerisinde kendisini ifade eden, demokratik hakları merkezine alan bir yolu benimsiyor. Allende gibi üretim ve mülkiyet ilişkilerini kökünden değiştirmek gibi bir hedefe de sahip değil. Üstelik Boric, Küba karşıtı bir pozisyonu benimsiyor.

PEMBE DALGA

Boric’in de içinde yer aldığı ideolojik hat, Latin Amerika’da 21. yüzyılla birlikte zaman zaman iktidara gelen Marksizm dışı sol hükümetleri ifade eden “pembe dalga” olarak tanımlanıyor. “Pembe dalga” solu içerisinde renk skalası, kırmızıdan açık pembeye kadar değişiyor. Bu anlamıyla homojen ve yekpare bir ideolojik-politik bütünlükten ziyade, üretim mülkiyet ve paylaşım ilişkilerine dokunmayan, Marksizm dışı sol ekolleri ifade ediyor.

Bu ekoller içinde piyasa ekonomisine rest çeken Venezuela, Bolivya gibi örneklerin yanında, Arjantin, Brezilya, Ekvador gibi zamanın belirli anlarında iktidar olmuş ve piyasa ekonomisini sahiplenen sol hükümetler de var. Boric bu noktada piyasa ekonomisiyle barışık bir çizgi izleyeceğini belirtiyor.

Kuşkusuz bu “pembe dalga solu” sadece LatinAmerika ile sınırlı kalmadı ve başta Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok yerinde gözlemlenir bir olguya döndü. “21.yüzyıl sosyalizmi” ya da daha arkaik söylemiyle “demokratik sosyalizm”, “radikal demokrasi” gibi çeşitli isimlerle de tarihin çeşitli anlarında belirdi.

Bu akımlar, “çoğulculuk” gibi hipotetik kavramlarla ya da “öfkeliler” gibi duygusal reflekslerle birleşmiş bir gruba atıf yapan muğlak ve pek bir şey söylemeyen isimlerle kendisini var etti. Örneğin “sarı yelekliler” gibi hiçbir ideolojik çerçeve çizmeyen ve bileşenlerinin ortak paydasının sarı yelek giymek olduğunu anlatan tanımlar kullanıldı. Benzer şekilde, kendisinin ne olduğunu söylemektense neye karşı olduğunu ifade eden “anti-kapitalist” gibi çekingen kavramları kullanmayı tercih etti.

Pembe dalga sol desteğini, kitlelerin sosyal ve ekonomik memnuniyetsizliğinden alıyor. Ancak bu sorunlara köklü çözüm getiremeyen, palyatif müdahalelerle politika üretmeye çabalıyorlar.

İspanya’da Podemos hareketi bunun en tipik örneklerinden biriydi. Hatırlanacağı üzere Podemos’un görece seçim zaferi yine ülkemizdeki solun kızıl bayrağını dalgalandırmıştı. Ancak iktidar ortağı olan Podemos neredeyse hiçbir şey yapamadan sönümlendi ve hayat karşısında kaybetti.

NARKO-TRAFİK BARONU MADURO

Bu çizginin en soldaki ismi Chavez’dir. Chavez Marksist devrim değil “Bolivarcı devrim” şiarıyla ortaya çıktı. Marksist olmayan solun en bilindik örneklerinden biriydi. Ancak Chavez Marksizm’in amentüsü olan sınıfları ortadan kaldırmak ve devletin bu temelde dönüşümünü sağlamak yerine, yoksullukla savaşmak gibi düzen içi bir yolu hayata geçirmeye çalıştı.

Bugün Maduro hala Venezuela’da yoksullukla savaş veriyor. Yoksulluğu ve gecekonduları ortadan kaldırmıyor, gerilimlerde yoksulların ve gecekonduların yanında tavır alıyor. Ancak ondan da öte, bugün Erdoğan ve şürekâsının en candan savunucusu ve herkesin bildiği bir sır olarak Venezuela limanında gemiler uyuşturucular taşıyor. Yozlaşmış bir figür olan Maduro narko-trafik baronuna dönüşmüş durumda.

HAYAL KIRIKLIKLARI

Boric’in seçim vaatleri, Avrupa’daki sıradan bir liberal demokratın seçim vaatleriyle aynı. Burada liberal demokrat eğilimleri baskın olarak kendisini gösteriyor. Yeşil, kimlik, çevre, cinsel haklar gibi meseleler ve kavramları çok sık şekilde zikrederken; devletin dönüşümüne ve üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinin eşitlik temelinde yeniden örgütleneceğine dair bir şey söylemiyor.

Kuşkusuz beyaz yaka için anlamlı olan bu politikalar, yoksullar ve emekçi sınıflar için bir anlam ifade etmiyor. İktidarından sonra, Boric yanlılarını büyük bir hayal kırıklığı ve yenilgi bekliyor. Benzer hayal kırıklıkları daha önce Çipras’ta da yaşanmıştı. Solun büyük umudu diyerek iktidara gelen Çipras fazla değil iktidarının ikinci yılında Atina sokaklarında devrimcileri coplatacaktı.

Benzer bir hayal kırıklığı, Ermenistan’da (sosyalist gibi bir iddiası olmamasına rağmen) Paşinyan iktidarını adeta bir devrim gibi karşılayan sol çevrelerde yaşandı. Paşinyan iktidarı boyunca Ermenistan’da emekten yana zerre bir dönüşümün yaşanmadığı anlaşılacaktı.

Bolivya’da Morales ise iktidarda olduğu süre boyunca devletin dönüşümünü sağlayamadığı için, sonraki seçimlerde galip gelse de, ülkesinden kaçmak zorunda kalacak, büyük hayal kırıklığı yaratacaktı.

Brezilya’da 2002’de iktidara geldiğinde tüm dünyada Boric’inkinden daha büyük sevinç yaratan eski işçi ve sendikacı Lulu, iktidarda olduğu müddetçe yoksulluk derinleşmiş, piyasa ekonomisine boyun eğerek ayrılmıştı. Benzer bir heyecan eski gerilla olan Rouself’in iktidarında da yaşanacak, ancak Brezilya’da emekten yana hiçbir değişim sağlanamadan, rüşvet aldığı gerekçesiyle hapse atılacaktı.

Hatırlayın tonton dede figürü olarak sunulan Uruguay devlet başkanı JoseMujica iktidarı boyunca Türkiye’de esen romantik sol rüzgar, Uruguay’da yaşamak isteyen bir kuşağı yarattı. Oysa Uruguay, sonrasında neoliberal ekonomi politikalarına teslim oldu. Bir seçimlik ömürleri olan, kalıcı olmayan Marksizm dışı sol hükümetlerin cazibesine kapılıp Uruguay’a gitmek isteyen nesillerden de eser kalmadı bugün.

Pembedalga’nın bir başka temsili Ekvador’da yaşanacaktı. Adındaki Lenin’e de kanarak Coreea’nın ardılı Lenin Moreno’nun Ekvador’da sol adına iyi işler yapacağını uman ve büyük bir heyecanla takibe başlayan kesimler; Moreno’nun bir süre sonra neoliberal icraatlara teşne politikaları karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi. Moreno rüzgarı da Çipras gibi kısa sürdü ve halk ayaklandı. Protestoların şiddetinden dolayı Moreno parlamentoyu başka bir şehre taşımak zorunda kaldı. Bugün hala Ekvador, kuzeydeki muz plantasyonlarında günlüğü bir doların altında çalışan çocukların olduğu bir ülke.

Özcesi bu akımlar/hükümetler, düzenin ilgasını sağlayamadığı için, sonraki seçimlerde olası yenilgiyle birlikte her şey eski haline dönüyor. Yapılan tüm düzeltmeler ve düzenlemeler, geçici ve dönemsel olarak hayat buluyor. Hükümetten düştükleri anda, tüm kazanımlar da düşüyor.

PLAZADAN SALANAN PEMBE BAYRAK

Boric’in ileri sürdüğü politikalar da, liberallerinkinden radikal bir kopuşu ifade etmiyor. Kimlik, cinsel haklar ve çevre gibi konulara odaklanmış politikalar; ücretsiz sağlık, ücretsiz eğitim, ücretsiz konut gibi meselelere kör. Boric, beyaz yakanın taleplerini öncelleyen bir politikaya sahip. Bu bağlamda Boric’in temsil ettiği politika; Plazadan sallanan pembe bayrak olarak anlam kazanıyor.

2006’da Michele Bachelet Şili’de ilk kadın sosyalist başkan olarak seçilmişti ve aynı heyecan ve rüzgar o gün de Türkiye solunun “kızıl bayrağını” dalgalandırmıştı. Bachelet’e “Şili’nin yeni Allendesi” deniyordu. Sonra ne oldu? Sonrası bir fiyaskoydu.

Anlaşılan belirli aralıklarla saman alevi gibi Latin Amerika’da yanıp sönen pembe dalga sol siyasetler, Türkiye’de gereğinden fazla heyecan yaratıyor ve gereğinden fazla beklenti doğuruyor.