Podemos’un  tuhaf muhalefeti

Podemos’un Avro Bölgesi krizini İspanya’da acı reçetelerle yürüten düzen partilerine muhalefet eden yeni bir parti (yani İspanya’nın SyrIza’sı) olduğunu biliyoruz. Yani, olduğunu biliyoruz. Ve öğreniyoruz ki, halk muhalefetinin seçim sandıklarına yansımasından Podemos da yararlanmaktadır.

Nasıl bir parti, nasıl bir muhalefet? Liderlerinin gençlikleri, giyim kuşamları, görüntüleri, kalabalıkları coşturan hitabet yetenekleri ve medyanın yakıştırması ile tamamen düzen karşıtı… Son söylemlerine, programlarına baktığımızda ise karşımıza “tuhaf bir muhalefet” çıkıyor.

İzlemeye çalışıyordum; ama “tuhaf” sıfatını, Podemos lideri Pablo İglesias’ın New Left Review dergisinin Mayıs/Haziran 2015 sayısında yayımlanan bir yazısını ve aynı sayıdaki mülakatını okuyunca yakıştırdım.

Birinci tuhaflık, kapitalizm ile ilgilidir. İglesias, Podemos’un İspanya krizini kapitalizm terimini kullanmadan eleştirmeye çalışmaktadır. Gerekçesi şudur: “Kapitalizmin bir sorun olduğunu, sadece yüksek bir politik ve kuramsal hayal gücüne sahip birkaç insan söyleyebilir. Yüz binleri kucaklayan bir toplumsal hareketin… karşı çıktığı şeyi ‘kapitalizm’ gibi bir sözcük temsil edemez.”

Peki, bu “esrarengiz sözcük” yerine eleştiri hedefleri ne olmalıdır? İglesias’a göre yanıt meydanlarda, “kendiliğinden” ortaya çıkmıştır: “Elitler (seçkinler), krizin somutlaşmış kimliğidir… Meydanlardaki hareketin ilk politik sezgisi bu oldu. ‘Onlar’, yani ekonomik ve siyasi seçkinler ayrıştırıldı. Bu, ince bir tarihsel maddeci çözümlemeye dayanmıyordu; ama mantıksal bir siyasi önermeydi ve insanları meydanlara çeken de bu oldu.”

Böylece Podemos’un mücadelesinin hedefinde kapitalistler, finans kapital, sermaye yok; “Onlar, üsttekiler, elitler, (bazen) kast” var. Peki, diğer kutup, “alttakiler, bizler” kim? İglesias meydanlardaki kalabalıklara bakıyor ve bu insanları geleneksel işçi sınıfıyla birleştiren değil, ayrıştıran özellikleri vurguluyor: “Genç işçiler”in varlığından söz ediyor; ama bunlar ve diğerleri için yeğlediği genelleme, “yüksek tüketim düzeylerine dayalı toplumsal kimliklerin” geçmişte önem taşıdığı, bugün ise “yoksullaşmış orta sınıflar” oluyor.

İglesias’a göre Podemos, üç yıl önceki protesto gösterilerinde ortaya çıkan 15 Mayıs hareketinden ilham almıştır. 2012’de Sol Portal’daki bir yazımda 15 Mayıs hareketinin yayımladığı bir bildiriye, şu saptamalarla değinmiştim: “Bu muhalif grubun 6000 sözcüğü aşkın bildirisinin içinde, kapitalizm, emperyalizm, sınıf, kapitalist, burjuvazi, işçi sınıfı ifadelerinin hiç geçmediğini; ‘işçiler’ sözcüğünün ise sadece bir kez kullanıldığını şaşkınlıkla fark ettim.” Üç yıllık bir zaman aralığındaki süreklilik dikkat çekicidir.

Dolayısıyla Podemos, sosyal mücadeleler tarihinin geleneksel sol/sağ kutuplaşmasının dışına kayacaktır: “Baştan beri kendimizi geleneksel sol/sağ ekseninden ayrı tuttuk. Bu eksene dayanarak İspanya’yı değiştiremezsiniz… Podemos’un kitleye dönük söylemi alttakiler/üsttekiler terimleriyle sürdürülür; ancak bunu aşırı solun geleneksel söylemi gibi yorumlamak aykırı görüntümüzü zedeler ve siyasetin merkezinde yer almamızı güçleştirir.”

Böylece, kapitalizmin sınıf tablosuna dayalı “aşırı sol” bir terminoloji, Podemos’un “siyasetin merkezinde yer alma” önceliği ile çatışacaktır. Sol/sağ ayrımının reddeden bu “aykırı” hareket, böylece, siyaset yelpazesinin tam orta noktasına, göbeğine yerleşmiş oluyor.

İspanya’ya özgü solculuğun bir yansıması Cumhuriyetçiliktir. Bugünkü İspanya monarşisi Franko rejiminin mirasıdır. İspanya İç Harbi’nin geleneğini sürdüren ilericiler, mitinglerine Cumhuriyet’in üç renkli bayrağı ile katılırlar.

Podemos bu tür bir saflaşmaya da karşıdır. Mayıs 2014’te Pablo İglesias Avrupa Parlamentosu’na seçilir. Kısa bir süre sonra İspanya Kralı Juan Carlos Avrupa Parlamentosu’nu ziyaret eder. Komünistler ve Sol Birlik temsilcileri, Cumhuriyetçi kimlikleri nedeniyle Kral için verilen davete katılmazlar. İglesias ise bu yaklaşımı, “bizi radikal sol ile aynı konuma getireceği ve… nüfusun önemli bir kesimiyle karşıt düşüreceği için” reddeder. Zira, “monarşi, İspanya’da en çok değer verilen kurumlardan biridir.”

Podemos lideri, bu nedenle, Juan Carlos’un davetine katılır ve Kral’a TV dizisi Game of Thrones’un bir DVD kopyasını armağan eder. Iglesias, bu armağanın “çok saldırgan bir mesaj” içerdiğini ileri sürüyor. Bu dizinin seyircilerinden olmadığım için, bu mesajın saldırganlığını yorumlayamıyorum.
Pablo İglesias siyaset bilimi profesörüdür, ama şöhretini TV’lerde tartışma programlarında sivrilmesine borçludur. İster istemez bir başka TV ünlüsü siyasetçiyi, Peppe Grillo’yu hatırlatıyor. Grillo liderliğinde İtalya’da yükselen (ve “ne sağcıyız, ne solcu” çizgisindeki) 5 Yıldız Hareketi ile Podemos’un benzerliği de akla geliyor.

Ayrılıklar da var. İki liderin kökenleri farklıdır. Apolitik bir geçmişten siyasete geçen Grillo’nun aksine, İglesias siyasete İspanya Komünist Partisi’nin gençlik örgütü saflarında girmiştir. Cumhuriyetçi-sosyalist bir ailedendir. Akademik çalışmaları Gramsci’den ve Laclau/Mouffe ikilisinden etkilenmiştir. Podemosçuların Latin Amerika’nın solcu iktidarları (Bolivya, Ekvador, hatta Venezüella) ile ilişkileri, yakınlıkları bilinmektedir.

İglesias, “Latin Amerika’da eski solun 1970 sonrasındaki tarihsel yenilgilerini… izleyen bu yeni güçleri” alkışlamaktadır. Ne var ki, Podemos ile bu “yeni güçler” arasındaki önemli bir farka değinmemektedir. Örneğin Morales ve Chavez, Marksist kökenden gelmeyen; ancak sınıf mücadelelerinin ön saflarında yer aldıktan sonra “eski sol”un stratejik hedeflerine (sosyalizme) yönelen liderlerdir. İglesias ve arkadaşlarının güzergâhı ise tam ters yönlüdür: Marksist-sosyalist bir dünya görüşü ile başlayıp, temsili demokrasiye tam teslimiyet; bunun sonunda da İspanya halkının kapitalizm dışında “yeni bir dünya” arayış özlemlerinden kesinlikle kopuş…

Peki, bu stratejik yöneliş sonunda Podemos, İspanya’da izlenen kemer sıkma politikalarına karşı ne önermektedir? İglesias açıklıyor: “Neoliberalizmin Marksist bir eleştirisi pratik politikalar düzleminde… büyük sorunlara yol açar. Bizim stratejik tercihimiz ise Avrupa çerçevesi içinde hükümranlığın yeniden kazanılmasına, sosyal haklara, hatta insan haklarına dayalı bir söylemi izlemek… neo-Keynes’çi bir yaklaşımı benimsemek oldu.”

Bu fevkalâde ılımlı programın şu anda sağcı PP iktidarına karşı ana muhalefet partisi olan PSOE’nin seçim programı ile büyük ölçüde uyum içinde olduğunu sanıyorum. Dahası, birkaç yıl içinde bu derecede sınırlı bir hedef kümesinin AB çerçevesi içinde şu veya bu biçimde gerçekleşme olasılığı söz konusudur. O zaman Podemos ne olacak? PSOE ne olacak?

Arada bir fark var. PSOE, yani İspanya Sosyalist İşçi Partisi, en azından adında hâlâ “sosyalist” ve “işçi” sözcüklerini korumaktadır. Podemos ise, bu iki sözcüğü “bölücü” olduğu için unutmayı yeğlemektedir. İspanya için önerdiği ılımlı gelecek gerçekleştiğinde herhalde Podemos’un lağvedilip, üyelerinin PP ile PSOE’ye katılması uygun olacaktır.

Komünist Parti veya diğer “aşırı sol” ise? Hâşâ! Oralarda kapitalizm, emperyalizm, işçi sınıfı kavramları ve sınıfsız bir dünya özlemi var.