Çağatay Yaşmut ile Felsefe Cinayetleri’ni konuştuk. Yaşmut, “En güvenmemiz gereken şey adalet ama adalet sağlanamıyor” diyor. Yaşmut, “Artık düşmanlık gibi şeyler yazmak istemiyorum. Polisiyenin toplumsal bir tür olduğuna inanıyorum” ifadelerini kullanıyor.

Polisiye artık toplumsal bir tür

Mustafa KÖMÜŞ

Çağatay Yaşmut, geçen günlerde dokuzuncu kitabı Felsefe Cinayetleri’ni yayımladı. Kitapta Başkomiser Galip ve cinayet büro, cesetlerin yanına Filozof Boethius’un şiirlerini bırakan bir katilin peşine düşüyor. Bu sırada kitapta iş cinayetlerinden emniyet teşkilatı içindeki çetelere, devlet içindeki güçlü müteahhitlerden çeşitli adaletsizliklere kadar birçok konuya da değiniyor Yaşmut.

Yaşmut’la kitabını, anlattıklarını ve polisiyeyi konuştuk.

Kitabın içeriğinden ve yazma sürecinden biraz bahseder misiniz?
Bütün kitaplarda yaptığım gibi bu kitapta da tema belirledim. Sonra felsefeyi kullanmaya karar verdim. Buna Moda Cinayetleri’nde yavaş yavaş başlamıştım. Polisiye ile felsefe nasıl birleşir, buna kafa patlatıyordum. Sonra filozofların metinlerini araştırmaya başladım. Kafamda bir konu vardı benim. O konuya uygun ne olabilir, hangi filozofu kullanabilirim diye yani metinleri incelemeye başladım. Boethius bildiğim tanıdığım biraz filozoftu. Onu çalışmıştım, şiirlerini de biliyordum. Ama çok detaylı bilmiyordum. Boethius’un ‘Felsefenin Tesellisi’ kitabından o şiirlerin benim romanımla örtüştüğünü gördüm ve daha sonra kurguya yaydım.

Fakat bu şiirler şöyle algılanmasın. Bu bir seri katil değil, cesetlerin yanına bir şiir bırakmıyor. Katilin daha önce öldürülen kişilerle bir meselesi olmuş. Bu şiirler çok önceden gitmiş. Tabii burada ‘Polis görsün, ben bir seri katilim, öldürüyorum’ düşüncesi yok. Tabii bu safhaya gelinceye kadar başka meseleler de var. Toplumun çalışanların bir yarası iş cinayetleri. Ben onlara biraz takığım, onları yazdım. Bu arada emniyet teşkilatı içinde hepimizin bildiği yapılanmalardan biraz bahsettim. Çünkü romanımın gerçeğe uygun olarak gitmesi gerekiyor ve Galip'in başına da böyle bir şey geldi. Buna zaten Moda Cinayetleri’nde başlamıştım ve bu biraz da artık ayyuka çıktı. Bunlarla beraber felsefeyi bir noktada birleştirdim.

Romanda faili meçhuller, emniyet içinde bir yapı var. Buna biraz değinir misiniz?
Hepimiz biliyoruz öyle bir yapılanmayı. Galip işinde gücünde bir adamdı bunlarla ilgisi yoktu. Ta ki bu kitaptaki ilk cinayete kadar. İster istemez bu yapıya dokunmak zorunda kaldı. Böyle olunca da o yapı onu birden İçine çekti. Bırakıp gidebilirdi ama adalet peşinde koşan bir adam, karşısındaki kim olursa olsun onu yakalayıp adalete teslim etmek isteyen bir adam olduğu için işin üzerine gitti. Hedefi haline geldi bu grubun nedir. Tabii ki araştırma yaptım. Teşkilat içinde yapı olsun, bazı kişilerin korunması olsun araştırdım. Bunlar zaten bilinen şeyler ama dile getirilmiyor.

polisiye-artik-toplumsal-bir-tur-957220-1.

Bize Başkomiser Galip’i anlatır mısınız?
Galip 13 yıl önce girdi hayatıma. Girdiğinde maço, kendini beğenmiş sert tavırları olan bir adamdı. Bende olmayan her özelliği, Galip’e yükledim. Öyle ki bazı romanlarda onunla hesaplaşmaya gittim. Çünkü kadınlara karşı olan tutumu, etrafa olan boş vermişliği nedeniyle Kadıköy Cinayetleri’nde onun burnunu sürttüm. Ama şimdi gördük ki Galip değişiyor artık. Gözünü kırpmadan bir çetenin peşine gidebiliyor. Duygusal olarak da çok değişiyor. Artık böyle yavaş yavaş onun geçmişini de didiklemeye başladım. Bu adam daha da değişecek.

Kitaba gelen tepkiler nasıl?
Herkes en iyi romanımın bu olduğunu söylüyor. Daha bir olgunlaştım sanki bunda. Daha duyarlı oluyorum sosyal meselelere karşı. Artık kinmiş, nefretmiş, paraymış ve mirasmış bu tip şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü polisiyenin aslında toplumsal bir tür olduğuna inanan insanım. Tamam, zamanında böyle başlamamış polisiye. Sonra bu yola girmiş. Günümüz polislerine baktığınız zaman dünyadan ve kara parayla, neonazilerle ırkçılıkla, ensestle, derin devletle meseleleri vardır. Yani ben toplumsal meseleleri anlatmayı seven bir yazarım. Ben bunu geç geç keşfettim ama ve artık bunu kullanmak istiyorum. Yani sorunlarımın kendi içinde kalmasını istemiyorum. Twitter'da tweet atmak istemiyorum. Ben bunu romanlara yazmak istiyorum.

Türkiye’deki polisiyeyi nasıl görüyorsunuz?
Ahmet Ümit, Celil Oker ve Osman Aysu bize yol açtılar. Arkasından göğsünü gere gere biz polisiyeciyiz diye dolaşan bir grup çıktı. Ama okur hâlâ tanımıyor. Polisiye Yazarlar Birliği’ne kayıtlı 120 yazar var. Yazarlar açısından çok fazla bir üretim var. Artık katil kim romanları yok. Bunun bir önemi de yok. Gizemi kaybetmeyeceğiz. Çünkü gizem polisiyenin özüdür. Gördüğüm kadarıyla Ahmet Ümit, Algan Sezgintüredi, Armağan Tunaboylu, Ercan Akbay daha adını sayamadığım bir sürü yazar arkadaşım toplumsal meselelere değinirler.

Bundan sonraki çalışmalarınız için hazırlığınız var mı?
Elbette. Bir romanı yazarken diğerini düşünürüm. Fakat ne yapacağıma henüz karar veremedim. Çünkü bir roman, bir öykü şeklinde gidiyorum. Romana çevirmek istiyorum, çünkü sabırsızlanıyorum. Galip'in bu derin devletle hesaplaşmasını devam ettirmek istiyorum. Daha karar vermedim.

***

Herkes kendi adaletini sağlayamaz

İş cinayetleri kitapta önemli yer kaplıyor. Bunu yazmaya iten sebepler neydi?
Küçük çocukların okumayıp 15 yaşında, 16 yaşında çalıştırılması ve onların iş kazalarında kurban gitmeleri beni çok etkiliyor. Bunu anlatmak istedim. Esenyurt'taki çadır yangınında ölen işçiler beni çok etkilemişti. Oradaki insanları umursamazlıkları, önlemlerin alınmaması, her şeyin para uğruna yapılması beni çok etkilemişti.

Kitapta zenginle yoksul arasındaki farka dikkat çekiliyor….
Öyle değil midir zaten? Zenginin hakkı korunur. Müteahhit öldürüldüğü için bütün üst düzey alarma geçiyor fakat yangında işçiler ölüyor. Aleyhine karar alınıyor ve suçlu işçiler bulunuyor. Fakirin hakkı maalesef korunmuyor. En güvenmemiz gereken şey adalet. Ama işte adalet sağlanmıyor. Ama şu da var: Herkes kendi adaletini sağlayamaz.