Google Play Store
App Store

‘Hayat, Evren ve Sezen Hakkında’ kitabı, kültürel ve politik meseleleri, yazarı Can Öktemer’in deyişiyle “tarihe not düşerek” ele alıyor. Öktemer, “Politik ve siyasi savruluşun sarsıntıları sandığımızdan büyük oldu” diyor.

Politik savruluşun izinden tarihe not
Can Öktemer (Fotoğraf: Büşra Bozdemir)

Erkin Can SEYHAN

Ankaralı yazar Can Öktemer’in ilk romanı Hayat, Evren ve Sezen Hakkında, Everest Yayınları’ndan çıktı. Başkent sokaklarında, otuzlarında bir karakterin iç dünyasını ilişkileri, yaşanmışlıkları, çelişkileri, çatışmaları ve hayalleriyle ele alan roman; Öktemer’in, yakın tarihi olayları ve mekânlarıyla edebiyat sahnesine taşıdığı bir anlatı. Can Öktemer ile ilk romanını konuştuk.

Hayat, Evren ve Sezen Hakkında başından sonuna, sizi tanıyan ve takip edenler için otobiyografik bir roman gibi tınılıyor. Cem Taner, Can Öktemer’i ne ölçüde temsil ediyor?

Hikâyenin yapı taşlarında kendimden yola çıktığım çok sayıda patika var elbette. Lakin romanı oluştururken gerçek ve kurgu arasında ince çizginin üzerine pek de basmamaya çalıştım. Cem Taner ve Can Öktemer arasında bir temsiliyet hali var. Hem dış görünüş hem de mesleksizlik olarak fena halde birbirlerine benziyor. Belki beni çok iyi ve eski tanıyanlar o ayrımları yakalayabilir. Benim bu romanda yapmaya çalıştığım şey “Autofiction” denilen bir türe tekabül ediyor. Yazarın doğrudan kendisini anlatının içerisine yerleştirip, kendi bakışıyla dünyayı yorumlaması gibi…

Hayat Evren ve Sezen Hakkında
Can Öktemer
Everest Yayınları, 2024

ANKARA’NIN MODERNLİĞİ YARIM KALDI

Ankara’nın modernist dokusuyla çelişen post-modern unsurlar, müziksever, genç, romantik ve politize bir genç için yabancılaşmayı da beraberinde getiren bir durum. Kitap bu konudaki gözlemlerinizi ne ölçüde yansıtıyor?

Ankara, Cumhuriyet’in vitrin şehri olarak “Modernizm” saikleriyle kurulmuş bir kent. Mimarisiyle, bulvarıyla, oluşturulmaya çalışılan şehir hayatıyla; tam da Avrupa’daki modern kentlere benzemesine çalışılmış. Bu anlamda St. Petersburg’un inşasına benziyor. Lakin, kısa bir süre sonra Ankara vitrin kent olma imajını yeniden İstanbul’a kaybedince şehrin modernlik projesi de yarıda kalmış. Hayat, Evren ve Sezen Hakkında’da Cem Taner yürürken, şehrin merkezindeki binalarda, caddelerde çok sayıda fal ve ona benzer şeye denk geliyor. Cem Taner bir yerde Denemeci karakteriyle bu konuda hararetli bir tartışmaya da giriyor. Şöyle ki, Kızılay’da yürürken aniden biri sizin kolunuzdan tutup “Falda iddialıyız” gibi bir vaatte bulunabiliyor. Ankara’nın kayıp modernliğiyle hem Türkiye’nin hem de dünyanın savrulmasının beraber okuyabileceğimiz bir durum olabileceğini düşündüm. Gündelik hayatın dev dalga halinde akan hızın gözden kaçan ufak detayların güncel politik, kültürel atmosfere dair çok şey söylediğini düşünüyorum. Dolayısıyla bugün modernizmle, modernite fikriyle bilek güreşi yapan bir siyasi söylemle, Ankara’nın geçmişi, yarıda kalmışlığı bir şekilde hikâyenin içerisine dahil oldu.

TOPLUMSAL TRAVMALARI PEŞ PEŞE YAŞADIK

Romanda ortak belleğimizde yer edinen ve 2010’lu yılları hepimiz için bir mücadele sahasına dönüştüren politik olaylar da geçiyor. Gazetecilik ve dergicilik deneyiminiz edebiyatınızı nasıl destekledi?

Türkiye’nin son on yılda yaşadığı derin savrulmalar kaçınılmaz olarak metnin içerisine dahil oldu diyebilirim. Tabii, bunu Kemal Tahir tarzı “Tez romanı” gibi değil de bir yan unsur olarak yer vermek istedim açıkçası. Ankara Üniversitesi Radyo, Televizyon Bölümünde okurken, KHK’lar yayımlandı, tanıdığım, sevdiğim birçok hocam bir PDF dosyasıyla haklarını bile arayamadan işinden oldu bir gecede. Ankara’nın merkezinde iki defa bomba patladı. Sokaklar ıssızlaştı. Kamusal alanda ifade özgürlüğü daraltıldı. GBT’ler çoğaldı, kontrol mekanizması arttı. Sonrasında ekonomik kriz, istikrarsız politikalar ve çok sayıda seçim yaşadık. Bunlar aslında bir toplumun başına gelecek büyük travmatik hadiseler ve biz peşe peşe yaşadık maalesef.

Romanda karakterler ve olaylar üzerinden bunları anlatmaya çalıştım.Barış İmzacısı bir akademisyenin yurtdışında yaşama zorunluğunu, bir günde boşalan Cebeci Kampüsünü... Tabii burada bir gazeteci veya belgeselci gibi değil de edebi bir metnin talep ettiği bir dille anlatmak lazım. Yoksa elde megafonla bağırmaktan öteye gitmeyebilirdi anlatı. Ben bunları biraz daha çaktırmadan yapmak isteyen taraftayım. Türkiye’nin yaşadığı türden büyük politik ve siyasi savruluşun gündelik hayat ve birey üzerindeki sarsıntısı sandığımızdan büyük oldu. İnsanların hayatları hatta yaşadıkları ülkeler değişti. Böyle bir yabancılaşma uzun yıllar bizimle beraber olacak ve nice sanat eserinde karşımıza çıkacak. Netice itibariyle çok yakın zamanda bu yaşananlar utançla anılacak maalesef. Biz ne yaşamışız diyeceğiz birbirimize. Bizden sonraki kuşaklar da “Neler yaşanmış yahu o tarihlerde?” diye bakılacak muhtemelen. Biraz da tarihe not düşmekti gayem. Umarım romanda bunu az da olsa başarabilmişimdir.