Fiilen Atatürkçülük yasağının sürdüğü memlekette son hafta dile düşen ‘AKP Atatürkçülüğü’ basit ve bildik bir takiyye ötesinde, “bu memlekete Atatürkçülük lazımsa onu da biz yaparız” bezirgânlığının da ötesinde, Atatürkçülük tanımını değiştirerek o muhalif kesimleri de argümansızlaştırmak/talepsizleştirmek, kendi tanımladıkları Atatürkçülük dışındakileri bütünüyle kriminalize hale getirmektir.

Bunun adı kontrgerillanın öbür yüzü olan kontrpolitikadır.

Başaramayınca başarının tanımını değiştirmek, Atatürkçülükle baş edemeyince onun tanımını değiştirmek de böyle bir hamledir. Bu hamleyi, laikliğin tanımını ve içeriğini değiştirerek daha önce de yapmışlardı. 18 Nisan 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi Resmi Gazete’de yayınlanan 2012/128 sayılı kararıyla “dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımakta” olan yeni bir laiklik (!) tanımı yapmıştı. 2007 yılına dek bir nebze de olsa siyasi İslam’ı sınırlayabilen laiklik karşısında, artık İslami kurallarla laikliği kâğıt üzerinde bırakmayı başardılar.

Laiklik şimdiki güncelliğiyle elbette Atatürkçülük denilen tercihin esasında yer alıyor. Ve aslında laikliği savunmak hâlihazırda oldukça politikleşmiş bir tercih. Bu tercih 2013 Haziran direnişinde, Hayır kampanyalarında kendilerine Atatürkçü diyen kesimlerin de aktif olarak katılımıyla kitleselleşti. Saray rejimi böyle bir hareketlenmenin örgütlenmesinden elbette korkuyor.

Politikleşmiş bir Atatürkçülük genel toplumsal muhalefete güç veriyor çünkü. Bu durumda Atatürkçüleri apolitik halleriyle dondurmak şart. Sadece tamamen apolitikleşmiş bir Atatürkçülüğe biraz daha tahammül edebilirler. Çünkü en kolay kafeslenecek kesimler her daim apolitiklerdir. Atatürkçülük yerine Atatürksever olsunlar, Atatürk’ü (bir süre daha) ‘sevmeye’ devam etsinler, ama o kadar!

(Gerçi AKP tipi Atatürkçülüğün tam da ilan edildiği günlerde, kendi evlerine şenlik olsun diye, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım için “Genelevde çalışıyordu” diyen şeriatçıya verilen hapis cezası da bozulmuştu işte!)

CHP yönetimi de ağzına laiklik kelimesini almadan apolitik Atatürkçülük ile yetinmeyi sürdürdüğü takdirde, AKP beceremez ama, İyi Parti pekâlâ Atatürkseverleri saflarına çekebilir. Zaten Akşener tam da Anayasa Mahkemesi tanımındaki bir laiklik peşinde değil mi?

Oysa güncel ve politikleşmiş bir Atatürkçülük şeriatçılık karşısında tam bir tehdittir. Şeriata karşı çıkmakla yetinmeyip onunla mücadele etmektir. Atatürkçülerin bildik anlamda devrimci olmaları şart değil, inkılâpçılıklarının gereğini yapsınlar yeter. Bu durumda siyasi İslam faşizmine karşı olanların saflarına güç katacakları açıktır. İslami faşizme karşı mücadelenin eksenlerinden birisi laiklik ise onlar da elbette müttefik olsunlar, ama mutlaka örgütlü mücadeleden, direnişten yana olsunlar. Yeter ki İyi Parti tarafından bile kandırılmasınlar.

Laiklik için mücadele günümüzde siyasi İslami faşizme karşı mücadelenin ta kendisidir. Faşizme karşı mücadele kuşkusuz laiklik için mücadeleye indirgenemez. Tercihimizin cumhuriyet kazanımlarıyla yetinmek olmadığını tekrarlamaya da gerek yok.

Çünkü siyasi İslam faşizmine karşı, sadece cumhuriyet kazanımlarını yeniden kazanmak için mücadele, elbette reformlar/inkılâplar için mücadeledir ve bu anlamda devrimci mücadele değildir. Ama unutmayalım ki Lenin de reformlar için mücadelenin, devrimci sınıf mücadelesinin bir yan-ürünü olduğunu her zaman söylemekteydi.

Atatürkçüler yakın zamana dek laikliğin güvencesi olarak orduyu, Anayasa Mahkemesi’ni, TÜSİAD’ı filan görüp rehavet içindeydiler. Şimdi devlet siyasi İslam’ın devleti oldu, tekelci burjuvazi bu rejimde daha fazla kazanıyor. Atatürkçüler artık kendi başlarına kaldılar. Yani onlara sahici müttefiklere, solculara ihtiyaçları olduğunu fark ettirmek lazım. CHP yönetiminden hayal kırıklığına uğradıkça Akşener’e yönelmelerinin önüne geçmek lazım. Tıpkı siyasi İslam faşizmi koşullarında ütülenlerin hep yoksul Müslümanlar olması gibi, apolitik Atatürkçülük tuzağında ütülenlerin de samimi Atatürkçüler olduğunu anlatmak, Atatürkçülüğe bel bağlamak değildir ki.

Bu arada tuhaf gelişmeler oluyor. Suudilerin Sarayı aniden “ılımlı İslam” derdine düştü. Bizim Saray da özünde zaten “selamünaleyküm” yanı sıra “hello ben şeriat” çizgisindeyken, yeni türedi ılımlı İslamcı Suudilerden Atatürkçülük tellallığıyla rol kapması tesadüf değil manidar sayılmalı.

Atatürkçüler bilmeli ki, güneşe benzettikleri Atatürkleri için Atatürkseverliğin ötesine geçip meydanlarda ve sokaklarda en azından laiklik için harekete geçtiklerinde, bu kış lapa lapa güneş yağacaktır. Bizler toplumsal muhalefet düzlemindeki eksikliklerimiz bakımından çuvaldızı kendimize batırırken, geçen hafta BirGün Pazar ekinin genç yazarlarından Belit Özükan ise Twitter’da iğneyi Atatürkseverlere şöyle batırmıştı:


“Cumhuriyet Bayramı törenlerinde bayrak sallama ve fener alayında yürüme işiniz bittiyse iki kelam konuşalım. Siz taşın altına elinizi koymadıkça bu hoşnut olmadığınız düzen sürecek. Cumhuriyet ilelebet payidar falan da kalamayacak. Atatürk geri gelip sizin tembel ve umursamaz kıçlarınızı da rahat koltuklarınızda sıcacık tutmayacak. Bizzat siz ‘hayır’ demedikçe bu işin sonu hayra asla çıkmayacak. Şu bayram kutlamalarındaki kitlenin onda biri geçen hafta müftülük yasasına karşı meydanlarda olsaydı, hukuksuzluklara karşı böyle cesaretle yürüyebilseydi yarınlara dair endişe edecek bir şey olmazdı, farkında mısınız? ‘...bozulmuş düşmanlar, sel gibi kaçaaaar...’ He canım, heee. Birkaç seneye kalmaz hepimize kaçar o marşlar. Ezberlediğin marşları tekrar etmeyi bırak da korkunu yenip karanlıkla mücadeleye başla artık.”