31 Mart seçimlerindeki anti-Kürt merkezli beka söylemi HDP seçmeninin batıda blok halinde muhalefete oy vermesine, bu da ağır bir yenilgiye yol açınca, iktidar gasp ettiği ve 23 Haziran’da tekrarlanacak İstanbul seçimlerinde bundan vazgeçti ve Kürt seçmenin gönlünü kazanmaya yönelik birtakım yeni adımlar attı. Açlık grevlerinin de basıncıyla Öcalan’a yönelik tecrit kaldırıldı, avukatlar ve aile tekrar […]

31 Mart seçimlerindeki anti-Kürt merkezli beka söylemi HDP seçmeninin batıda blok halinde muhalefete oy vermesine, bu da ağır bir yenilgiye yol açınca, iktidar gasp ettiği ve 23 Haziran’da tekrarlanacak İstanbul seçimlerinde bundan vazgeçti ve Kürt seçmenin gönlünü kazanmaya yönelik birtakım yeni adımlar attı.

Açlık grevlerinin de basıncıyla Öcalan’a yönelik tecrit kaldırıldı, avukatlar ve aile tekrar İmralı’ya gidip gelmeye başladı, Öcalan’ın avukatlarıyla bir görüşme yaptığının İmamoğlu’nun mazbatasının iptal edilmesi kararından birkaç saat önce duyurulması ise elbette ki tesadüf değildi.

Bahçeli ise kendisinden hiç beklenmeyecek bir şekilde “Öcalan avukatlarıyla görüşebilir” şeklinde bir açıklama yaptı, İstanbul’a “mitil atmaktan” vazgeçti, görece bir sessizliğe büründü, kampanyaya aktif bir şekilde katılmadı.

Binali Yıldırım da sanki daha birkaç ay önce Cumhurbaşkanı her seçim mitinginde “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer yok” dememişçesine, “Osmanlı’da Kürdistan vekilleri vardı” minvalinde açıklamalar yaptı, Kürtçe birkaç cümle kurdu, Dersim meselesini gündeme getirdi, CHP’ye yönelik ithamlarda bulundu.

Anti-Kürt beka söylemi geri çekildi ama “huylu huyundan vazgeçmez” sözüne uygun bir şekilde bu sefer beka söyleminin merkezine başka bir mevzu yerleştirildi: Pontusluluk.

31 Mart seçimleri sonrası bir Yunan gazetesinde çıkan “seçimi bir Pontuslu kazandı” şeklindeki ve aslında İmamoğlu’nun Karadenizliliğine, Trabzonluluğuna vurgu yapan haber üzerinden, İmamoğlu’nun Rum olduğu söylemi önce tek tük daha sonra ise düzenli bir şekilde dile getirilmeye başlandı.

Söylemi bir konuşmasında Esenler Belediye Başkanı tedavüle soktu ve kısa süre içerisinde Pontusluluk iktidarın seçim kampanyasının merkezine yerleşti. Erdoğan’ın “İstanbul’u Konstantinopolis yapmak isteyenlere karşı verilecek 22 günlük mücadele”den bahsetmesi, “Reis”in de buna cevaz verdiği anlamına geliyordu.

Sonrasında Nurettin Canikli, tam da İmamoğlu’nun Karadeniz gezisine denk gelecek şekilde, “Topal Osman’ın torunları” olarak dedelerinin Pontuslulara karşı verdiği mücadelenin bir benzerini şimdi kendilerinin verdiğini söyledi.

Yandaş medya ise buna İmamoğlu’nun belediye başkanlığı döneminde Beylikdüzü’ne Makarios’un heykelini yaptırdığı şeklindeki yalan haberlerle eşlik etti, bu heykeli İmamoğlu’nun Pontusluluğunun, Rumluğunun bir kanıtı olarak sundu.

Velhasıl, bir yandan Kürt blok oylarının çözündürülmesi, öte yandan ise milliyetçi-İslamcı tabana yeni bir “düşman” bulunması gibi bir işe girişildi. Ancak bu yapılırken rasyonalitenin, aklın giderek yitirildiğine, oyun kurmakta zorlanıldığına dair işaretler de çoğalmaya başladı.

Belediyelerde Kürtçe tabelalar indirilirken Kürtçe konuşmak, Dersim tabelası hakkında valilik soruşturma başlatmışken CHP’yi itham etmek, Pontus söyleminin Karadenizlilerde yarattığı öfke, damadın Trabzonspor ziyaretinde söylediklerine Fenerbahçe taraftarlarının verdiği tepki gibi…

Bayram nedeniyle görece sakin geçen siyaset Pazartesi itibariyle yeniden ısınacak ve uzun bir iki hafta yaşayacağız. Erdoğan’ın doğrudan sahaya çıkacağı, gerilim ve kutuplaşmanın artacağı, provokatif gelişmelerin yaşanabileceği, İmamoğlu ile Yıldırım’ın televizyonda yapacağı tartışmanın damga vuracağı, başta S-400’ler gerilimi olmak üzere dış politikanın da iç siyaset üzerinde etkili olacağı bu iki hafta, sadece İstanbul seçimleri üzerinde değil, sonrasında yaşanacaklar üzerinde de belirleyici etkiler yaratacak. İzleyecek ve göreceğiz.