Futbol dünyası da işin içindeydi artık ve Mohsen bir anda kendini Getafe’de çalışan bir futbol emekçisi olarak buldu. Mohsen şimdi Türkiye’deki eşini ve diğer çocuğunu yanına almak için uğraşıyor

Popüler acılar

> ÖNDER GÖKSAL @ondergoksal

Aylan Kurdi Ege sularında can veren binlerce çocuktan sadece biriydi, ama onun ölümü ortaya dünyanın vicdanına daha iyi pazarlanacak bir manzara çıkardı. Öyle bir zaman ki bu zaman acınızı duyurmak için magazinleştirmekten başka bir şansınız yok. Ölümünüzü duyurmak için bile popüler kılmanız gerekiyor. Acınızı ya da ölümünüzü ne kadar popülerleştirip dünyaya sunarsanız o kadar şanslısınız. Acıların da ölümlerin de pazarlandığı bir çağ bu çağ.

Sahne odaklı bir insanlık var artık, bir filmin iyi bir fragmanı gibi iş yapmalı acılarımız da ölümlerimiz de yoksa dönüp arkasına bakan bile olmuyor. Salt bir ölüm bir dramı yüz üstüne çıkarmaya tek başına maalesef ki yeterli değil. Neyse ki ölümü tatmadan acılarını bir mutluluğa çevirenler de var: Osama Abdul Mohsen
Mohsen, Macaristan’da polisten kaçarken ırkçı bir kanal için çalışan kameraman Petra Lazlo tarafından çelme takılarak çocuğuyla birlikte yere düşürülmüştü. Ne şanlıydı ki kameralar da bu anı bütün dünyaya duyuracak açıdaydı. Mohsen’in de acısını, sıkıntısını dünyaya duyuracak bir fragmanı vardı artık. Bütün dünya bu anı konuşmaya başladı ve Mohsen’in Suriye’de birinci ligteki El-Fotuwa takımını çalıştıran bir teknik direktör olduğu ortaya çıktı.
Futbol dünyası da işin içindeydi artık ve Mohsen bir anda kendini Getafe’de çalışan bir futbol emekçisi olarak buldu. Mohsen şimdi Türkiye’deki eşini ve diğer çocuğunu yanına almak için uğraşıyor.

Avrupa’daki göçmen krizinde en büyük dayanışmayı futbol dünyası gösteriyor. İsviçre Futbol Federasyonu bir haftalık bölümde liglerinde oynanacak maçlarda atılan her gol için göçmenlere 500 İsviçre Frangı yardım yapacağını duyurdu. Bayern Münih yardım maçlarıyla göçmenlere 1 milyon euro aktaracak. Bundesliga’da takımlar “Göçmenler hoş geldiniz” logo ve pankartlarıyla maça çıktılar. Bazı kulüpler maçlarına göçmenleri davet ederek maçı izlemelerini sağladı. Futbol teknik olarak dayanışmadan gelen mantığını böylece göçmenler için de sergiliyor.

Peki göçmenlerin ilk durağı olan Türkiye’de böyle bir dayanışma gördük mü? Tabii ki görmedik. Çünkü bizim tribünlerimiz ırkçı söylemlerle hareket eden bir mecradan öteye gidemiyor maalesef. Bir basketbol ya da futbol milli maçından sonra bile alınan galibiyeti ‘Türk’ün gücünü gösterdik.’ mantığıyla değerlendiren futbol adamlarımız oldukça bir arpa boyu yol gidemiyoruz. Spor ve futbol sınırlar ötesi bir dayanışma haline geldiği zaman güzel. Avrupa futbolu ve kulüpleri bu sınavdan şimdilik tam not aldı.

13 Mayıs 1990 tarihinde olaylı bir Dinamo Zagrep - Kızılyıldız maçında Milanlı eski futbolcu Zvonimir Boban’ın Sırp bir polise attığı tekme; Avrupa’da sınırların değişmesinin fitilini ateşlemişti. 2015’te teknik direktör olan Mohsen’e atılan tekme belki de sınırların göçmenlere tamamen açılmasını sağlayacak.

Müşterileşen taraftar
Çocukluğumu bir stadyumun kapısında bıraktım ve futbol o günden sonra bütün masumiyetini yitirdi.
Çocukluğumu emanet ettiğim 90’lar Fenerbahçe stadyumunun kapısında maçın son anlarında açılacak kapıları gözlemekle geçti. Maç bitmeye yüz tuttuğunda kapılar açılır ve biz futbol ateşiyle dolu kalabalık birbirimizi ezerek girerdik o kapıdan içeri. Son dakikalarımız beleş dakikalarımızdı. Maçın son anlarında oyuna girmiş genç futbolcular kadar heyecanlı olurduk. Açın bakın 90’ların Fenerbahçe almanaklarına; 75. dakikadan sonra atılan gollerin hepsinde bizim, stadyuma yeni akın etmiş taraftarların emeği vardır.

Şimdilerde açılan kapılar yok, kapanan kapılar var. Taraftarı yolunacak kaz olarak gören bir anlayış hakim. ‘Ne kadar para o kadar futbol’ zihniyeti bir ahtapot gibi her tarafımızı sarmış durumda. Üstelik bu durum sadece stadyumlara gidip oralara para akıtmakla kalmıyor. Stadyumlara gidemeyenlerimiz bu karşılaşmaları seyretmek isterlerse 200 TL’ye yakın bir meblağı çeşitli şifreli kanallara akıtmak zorundalar.

Futbol ile hiç ilgilenmeyen, etrafınızdaki futbol muhabbetlerine yabancı kalmaya çalışan biri de olabilirsiniz elbette; buna da saygım sonsuz, ama bir gazetede gördüğünüz bir futbolcu bile sizi futbol için ekonomik çıkar sağlanacak bir objeye dönüştürebiliyor. Muhtemelen o gazetedeki futbolcunun her tarafı reklamla doludur. Ve siz de artık bu çarkın içindesinizdir. Formalarını milli forma olarak gören takımlar bile formalarına reklam almaktan geri kalmadı. Milli takım formalarında formayı yapan spor malzemesi üreticisinin amblemleri formadaki ülke bayrağından daha çok daha büyük.

Taraftar bu denli müşteri seviyesine indirilmişken, müşteri gibi tepkiler vermesine şaşmamak lazım. Malumunuz Fenerbahçe bu sene oldukça önemli transferler yaparak sezonu açtı, ancak transfere büyük paralar harcamak büyük futbol oynamak anlamına gelmiyor. Şampiyonlar Ligi’nden elenen daha sonra da kendi evinde grubun zayıf rakibi Malmö’ye 3-1 yenilen takımı tribünler ıslıklıyordu. Oyundan çıkan yıldızlara serzenişler vardı. Halbuki geçmişin taraftar refleksi bu değildi, ilk maçta takımına bu kötülüğü yapmazdı. Yenilen takımını sahiplenirdi. Keza Galatasaray taraftarı yönetimini transfer yapmadı diye yerin dibine sokuyor. Bir taraftardan çok alışveriş yaptığı marketten sürekli yeni taleplerde bulunan ve talebi karşılanmayınca, kötü hizmet ile karşılaşınca tepki gösteren hatta o marketten elini ayağını çeken bir taraftar anlayışı oluştu. Bu bağlamda akıllara klişe bir esnaf cümlesi geliyor: “Müşteri her zaman haklıdır.”