Köy Enstitüleri’ni, Terzi Fikri’nin Fatsası’nı, Gezi Direnişi’ni ve daha nice deneyimleri yazdıranlar Sol düşünceyi savunanlar oldu. Değerli birer praksis olarak hatırlamak ve genişletmek Beşer’e olan borcumuzdur

Popülizmin sağı solu

MURAT MÜFETTİŞOĞLU mmufettisoglu@gmail.com

‘Halk’ kavramının Latince karşılığı ‘populus’tur. Rusçada ‘halkçı’ anlamına gelen ‘narodnik’ sözcüğü, Eski Slavca’da ‘doğum, soy’ demek olan ‘rod’ kökünden türemiş. Günümüz Fransızcasında ‘populaire’ ‘halka ait’, ‘popülist’ ise ‘halkçı’ demek. Görüldüğü üzere, popüler/popülist kavramları toplumsal ontolojiye o kadar da uzak olmayan kavramlar.

Kanımca kafaların karışmasının iki nedeni var: 1) Bahse konu kavramların kimler tarafından, hangi niyetlerle ve ne şekilde hayata geçirildikleri -ki kurucu (sol) siyasetin benimsediği ‘hakiki halkçılıkla’, sömürgen (sağ) siyasetçilerin yapıştıkları ‘halk yardakçılığı’ arasındaki farkı belirler. 2) ‘Halk ve halkçılık’ kavramlarının muğlâklığı -ki Beşer’le tutarlı ve bütüncül ilişki kurmayı her seferinde güçleştirir.

Halkçılık kavramına dair (verili) tanımların, hiyerarşik/hegemonik yönetimlerin kurulumunda bir ‘ön koşul’ olduğu vakıadır. Sol terminolojiye göre ‘halk’, sağ terminolojiye göre ‘millet’ mefhumu, bir takım ortak özellikleri işaret etse de, gerçekte değişken ve devingen topluluklardır; Marksist terminolojideki ‘sınıf’ kavramıyla ise (doğrudan) ilişkisi yoktur. Dolayısıyla, yerlilik, millilik, teklik ve sair dayatmaları üzerinden somutlanmaya çalışılması Beşer’in kolay kontrol edilmesi içindir. Bu da, (mevcut) iktidar ilişkilerinin sürmesinden başka şeye hizmet etmez. Hal böyleyken, popülizm yolundaki adımların iyi düşünülerek atılması, kurucu politikanın gereklerinden önce, erdemli ve etik siyasetin gereğidir. Siyasi faaliyetin etikten muaf tutulabileceğini iddia edenlere zaten söylenecek söz yoktur.

Popülizmin etimolojik kökleri antik çağlara uzansa da, modern terminolojiye eklemlenmesi dinamik Rus siyaseti sayesinde olmuştur. 19.yy Rusya’sının ikinci yarısında köylüler toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyordu; siyasi akımlar içinde köylücülük baskındı. Akımın savunucusu Narodniklere(Halkçılar) göre Çarlığı yıkacak ve devleti dönüştürecek sınıf köylü sınıfıydı. İşçilerin azlığı ‘toplumsal fail’ olarak köylüleri öne çıkarmış; kapitalist üretimi yaşamadan sosyalizme ulaşılabileceği anlayışı yayılmıştı. Bu anlayış, köylülerin içgüdüsel ve geleneksel olarak sosyalist oldukları inancına dayanıyordu. İmece ve dayanışma kültürü, ihtiyaç ölçüsünde üretim ve tüketim bilinci gibi anlaşılır gerekçeler öne sürülmüştü. Gelgelelim -mülkiyeti Çar’a ait olsa da- salt toprağa bağlılık köklü bir dönüşüm için yeterli değildi. Tarihin nesnel dinamikleri farklı sınıfsal zorunlulukları da dayatıyordu. Sonuçta Narodniklerden geriye, politika yapmanın belki de en etkin en rasyonel yöntemi kaldı: halk ile konuşmak, halk ile yaşamak, halkı anlamak. Lakin günümüzde (kurucu) siyaset zincirinin hala eksik bir halkası var: “Halkla” bütünleşmek ve “halkla” birlikte gelişmek. Ancak, son halkanın (aşkın) bir kural değil, (içkin) bir dinamik olduğunu öncelikle idrak etmek gerekiyor.

Seksen yaşlarında köylü bir nine, köyünden hiç çıkmamış bir adam, kasabalı iki çocuk ve ellili yaşlarda nörolojik sorunları olan bir evsizle ayrı ayrı yaptığım sohbetlerden yola çıkarak ‘kurucu politikalara’ gönderme yapan bir yazı yazmıştım. Teorik okumalarla farkına vardığım bazı normların, modern yaşamın tümüyle etkileyemediği bu beş karakterde karşılıklarının olması beni hem şaşırtmış, hem heyecanlandırmıştı. İşin ilginç tarafı feodal müdahalelerden de bir biçimde etkilenmemişler; yalnızca duyulur/doğal yaşamla ilişki kurmuşlardı. Teoriyi de doğrulayan, ancak son tahlilde yaşanmışlıkların belirlediği karakterler ve tavırlar söz konusuydu. Modern zamanlarda ihtiyaç duyduğumuz pek çok norm, yaşamın otantikliği içinde zaten mevcuttu. Doğası ve üretim ilişkileri gereği gelişmekte olan Beşer’e yaraşır bir hayatı tasarımlarken ve aynı anda iktidarın sapkınlıklarına itiraz ederken, Beşer’den bağımsız hareket etmek yabancılaşmanın farklı bir türüydü. Oysa Biz, Sokrates’ten Nietzsche’ye, Marx’tan Sartre’a kurucu irademizi ve muhalefet pratiklerimizi ‘her türlü yabancılaşmaya karşı itiraz’ zeminine oturtmuştuk. Yapılması gereken şey; gerçekte bizi de biçimlendiren beşeri bütünlüğü tüm boyutlarıyla yeniden tanımlamak ve ona eklemlenmeye çalışmaktı. Yukarıda bahsettiğim yazımı (Gezi’yle de birleştirerek) şöyle bağlamıştım: ‘Umudumuz ve arzumuz, eskinin zayıf ittifaklarını aşan organik bir dokunun genişleyerek derinleşmesine katkı sunmaktır’. Narodniklerin ilkesel ve etik açıdan haksız olduklarını şahsen düşünmüyorum. Dahası Bolşevik Devrimi’ne siyasi ve fiziki katkılarını yadsıyamayız. Ancak tarihin evreleri var ve her evre doğru faili gerektiriyor. Narodnikler’in pas geçtiği buydu. ‘Sol siyaset ve popülizm’ meselesinde benzer bir ıskalamanın yaşandığını düşünmeden edemiyor insan.
populizmin-sagi-solu-214464-1.
Buraya kadar yazılanların kavramsal karşılığı, Beşer’in yalnızca bir bölümüne hitap eden ve niyetleri ikilik yaratmak olan ‘sağ popülizm’, nam-ı diğer ‘halk yardakçılığı’ değildir. Sağ popülistler taktiksel söylemlerini ‘çoğunluğun’ dogma değerleri ve (dar) çıkarları üzerine kurarlar. Amaçları iktidarı kapmak ve bırakmamaktır. Meşhur retorikleri ise “halka hizmet, hakka hizmettir”. İş bu sebeple tribünlere oynamayı sağ popülistlerden daha iyi bilen yoktur. Engellenemez yönetme hırslarından, politik yaşamdan nemalanma arzularından ve küresel sömürü ağıyla kurdukları yapısal/ereksel bağlarından ötürü hedeflerine her defasında zorlanmadan ulaşırlar. İktidarlar kronolojisinin neredeyse tamamını kapsamaları bundandır. Devlet bürokrasisine ve kamu sermayesine hâkimiyetlerinin verdiği özgüvenle, ‘yöneten-yönetilen’ sistemini ‘çoban-sürü’ alegorisiyle resmetmekte beis görmezler. Beşer’in manipüle edilmesinde birincil derece etkili olan, din, mezhep, etnisite ve muhafazakârlık öğelerini ustalıkla kullanabilmeleri en büyük silahlarıdır. İktidarları süresince ustaca yaptıkları bir diğer faaliyet, oluşturdukları klientalist(himayeci) yapıyı madden ve manen yemlemeleridir. Yapıda çatlaklar belirdiğinde yahut dağılmaya yüz tuttuğunda, ya (sözde) elitist bir grubun halkı küçümseyip çıkarlarını hiçe saydığını iddia ederler, ya da, milli değerleri ve ülke bütünlüğünü tehdit eden kimi düşmanlardan dem vururlar. Bu tür riskler gerçekten varsa da, makul/demokratik yöntemlerle çözmekten ziyade iktidarlarını tahkim etmek için kullanırlar. Mağduriyet pilavı tekrar tekrar ısıtılıp (tebaa) medya kanalları üzerinden dolaşıma sunulur. Oysa ortadaki tek elitist grup kendileri, gerçek mağdurlar da ülkenin bütün muhalifleridir.

Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran sağ popülizmin yakın geçmişini özetlemek gerekirse: Kapitalizme bodoslama girilen 50’ler, Demokrat Parti’nin köylülük popülizmi üzerinden iktidarını estirdiği yıllardı. 50’lerin sonuna doğru köylünün beli kırılınca büyük şehre göç kaçınılmaz hale geldi. Derken büyük şehirlerde yeni bir sosyolojik halka olarak varoşlar belirdi. Göç trajedisi artarak devam etti; özellikle Adalet Partili ve ANAPlı yıllarda varoşların da varoşları oluştu. Endişe ve umutsuzluk kentlerin saçaklarına kara bir bulut gibi çökmüş; kırdan kente mecburi mobilizasyon kitlesel depressiyonu tetiklemişti. Marx’ın dediği gibi, din, ‘kalpsiz dünyanın kalbi, Beşer’in afyonu’ olmuş; peşinden Beşer’in iradesine etnik milliyetçilik de zerk edilmişti. Özetle sağ popülist siyasetçiler, kentte boşluğa düşen yığınları, (siyasal) din, (etnik) milliyetçilik, (sığ) pop kültürü ve (dar) çıkar ekseninde bir kez daha mobilize etmeyi başarmışlardı.

2000’li yıllara gelindiğinde popülist söylem ve kamusal alan AKP’nin eline geçti. Menderes’in, “her mahallede bir milyoner yaratacağız”; Özal’ın, “ben zengini severim” kepazeliklerine, AKP’li yöneticilerin ‘Müslüman zengin olmalı’ fetvası eklendi. Sol’a gelince: Beşer’le duygudaşlık kurmanın, Beşer’le bütünleşmenin, en önemlisi Beşer’le beraber gelişmenin asıl (popülist) siyaset anlamına geldiğini çoğu zaman unuttular. Buna rağmen (yakın) tarihin sayfalarına Köy Enstitüleri’ni, Terzi Fikri’nin Fatsası’nı, Halk Evleri’ni, Büyük Madenci Yürüyüşü’nü, Tekel ve Soma Dayanışmalarını, Gezi Direnişi’ni ve daha nice deneyimleri yazdıranlar da Sol düşünceyi savunanlar oldu. Değerli birer praksis olarak hatırlamak ve genişletmek Beşer’e olan borcumuzdur.

AKP iktidarı OHAL kapsamında çıkardığı KHK ile 29 yıllık öğretmen ve Eğitim Senli Haydar Polat’ı -idari ve hukuki hiçbir gerekçe göstermeden- meslekten ihraç etti. Basından okuduğuma göre Küçükbakkalköy Halk Pazarı’nda tezgâh açmış; memleketi Dersim’den getirttiği ürünleri satıyormuş. Ailecek kalktık ziyaretine gittik; sıcak mı sıcak, değerli mi değerli bir güzel insanla karşılaştık. Aynen şöyle dedi: “Bu tezgâhı geçinmek için açtım, ancak asıl amacım, iktidarın ipini pazara çıkarmaktır!” İsviçre devlet televizyonu ve New York Times kendisiyle röportaj yapmış, Alman ZDF televizyonu da röportaj yapmak istiyormuş. Sol’un yapması gereken biraz böyle bir şey: Siyasal iktidarın haksız uygulamalarını, neden oldukları trajedileri Beşer’in içinden duyurmak ve yayılmasını sağlamak. Fakat yaşamayı da ıskalamadan...