Emine hanımın “porsiyonları küçültelim” önerisine öfkelenmeyen yoktur, eminim. Emekçinin “müsriflikten “kaçınmak için neler yapabildiğini bilen biri, zaten porsiyonluk yiyeceği olmayan birine porsiyon ölçülerini anımsatarak öğütler veremez. Vermemeli de zaten

Porsiyonun küçüğü de uzaktır yoksula

Mehmet Erdem

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dedi diye yıllardır linç edildi Fransa Kraliçesi Marie Antoinette. Halkla bu kadar dalga geçmek de oluyordu, diye düşünülmüş olmalı. Ne de olsa rahatı yerinde, yediği önünde, yemediği arkasında bir egemendi sonuçta. Bir yoksulluk deneyimi de yok yaşamında. Yoksullara sunabileceği, söyleyebileceği tek şey bu laf olmuştur denir. Kendisi gibi bu öğüdü de tarihe geçmiştir tabii.

Oysa şimdi aslında Kraliçe’nin böyle bir söz sarf etmediğini ileri süren, hem de güçlü kanıtlarla kanıtlar sunan tarihçiler var. Onlara göre hiç bir yerde bu sözü ettiğine ilişkin bir kayıt kuyut yok. Büyük düşünce adamı Jean Jacques Roussea’nun ilk kez bir eserinde dile getirdiği, bunun dışında başka kaynak olmadığı ileri sürülüyor. Bir ara şu teori de vardı: “Aslında Marie Antoinette bu lafı etmiştir ama sözünü ettiği pasta pasta değildir. Yapımı ekmekten daha kolay olan, son derece ucuz bir hamur işine verilen addır pasta aynı zamanda. Kast ettiği odur” diyenler de vardır. Söyledi mi söylemedi mi, onu mu kast etti bunu mu ima etti bilmiyoruz ama bir egemenin halka vereceği öğüdün nasıl gerçeklikten yok[1]sun olduğuna verilecek tek örnek olarak bu söz hâlâ eşsizdir.

GERÇEKLİKTEN KOPUK

Kişinin yoksulluk deneyimi olmaması gerçekten çok kötü. Herkes bu deneyimi yaşa[1]sın dediğim yok tabii ki ama gerçekten “tok açın halinden anlamıyor.” Sınıfların karşılıklı konumlanışını bunun kadar iyi ifade eden başka bir “tespitimiz” yok doğrusunu isterseniz. Emine Erdoğan hanımefendinin, “milletimize” tasarruf öğüdü vereyim derken sarfettiği “porsiyonları küçültelim” vecizesi yoksulluk deneyimden mahrum olmasından kaynaklanıyor elbette. Hanımefendi, niyeti öyle değilse de, Marie Antoinette kadar gerçeklikten kopuk olduğunu göstermiştir.

Verdiği öğüdün vehameti şu; yoksul küçük porsiyonlarda bile olsa yiyecek bir şeyler bulma derdindeyken, elinde olanı koruması için küçük porsiyonun önerildiğini görüyor haliyle. Hangi elinde olanı? Zaten varsa bile değil porsiyon küçültmek çay kaşığına sığacak kadar pay ediyor çocuklarına. Emine hanımın öğüdü kendini tıka basa doyuranlar için hayli uygun, ama yoksullar için değil. Egemenlerin bu tutumları her coğrafyada görülür türdendir. Örneğin 16. yüzyıl Almanyasında soylu kadınların açların, yoksulların neden tatlı ekmek yemediğini merak ettiğini söylerler. Bunlarla kafa bulan çok sayıda hikaye, roman vardır. Gerçeklikten o kadar kopukturlar ki, o tatlıyı, Krosem diye bi[1]linir, özellikle yemek istemediklerini sanmaktadırlar fakirlerin. Eğer o lafı ettiği doğruysa Marie Antoinette ile Emine Erdoğan tekrarlana tekrarlana günümüze kadar gelen “egemen körlüğü”nden muzdaripler elbette. Porsiyonlarımızı küçültelim diyen birinin o porsiyonların hayli büyük olduğuna inanması gerekir. İnanıyor demek ki. Yoksulun hangi büyüklükte tabağa hangi paylaşılabilecek bir yiyeceği koyduğundan haberdar olmayan bir Cumhurbaşkanı var bu ülkenin.

“Ekmek yoksa pasta yesinler” cümlesi Rousseau’nun İtiraflar (yaklaşık 1767’de yazılmıştı) adlı kitabının bir yerinde “büyük bir prensese atıfla” yer alır. Rousseau’nun dediği dönemde Marie-Antoinette o zamanlar bir prenses olmasına rağmen hala bir çocuktu, bu yüzden Rousse[1]au’nun aklındaki prenses olması pek olası değil. Ama olsun. Bu işe de yaramıştır tabii. Roussea’nun yazıları o dönemde devrimcilere ilham veren yazılardır, muhalefeti harekete geçirmek için Antoinette’in bu sözü son derece kullanılışlı olmuştur. İster ekmekten daha ucuz bir ekmek olan “pasta” demiş olsun isterse gerçek pastadan söz etsin. Sonuçta halka bu tür öğütler verenlerin kendi zenginliklerini yansıtır oluşları öfkeyi arttırır.

MARIE ANTOINETTE GİBİ

Emine hanımın “porsiyonları küçültelim” önerisine öfkelenmeyen yoktur, eminim. Her şey[1]den önce küçük emekçi mantığı, hanımefendinin aklına hayaline gelmeyecek önlemler alan, yaratan bir mantıktır. Emekçinin “müsriflikten “kaçınmak için neler yapabildiğini bilen biri, zaten porsiyonluk yiyeceği ol[1]mayan birine porsiyon ölçülerini anımsatarak öğütler veremez. Vermemeli de zaten.

Porsiyonu küçültmek, porsiyonu büyük olanların alabileceği bir önlem. Fakire, yoksula, dar gelirliye uymaz. Onun porsiyonla yemek yediğinden nasıl bu kadar emin olunabilir? Herkes gibi Emine hanım da geçmişte sıkıntılar yaşamış olabilir. Gerçi Recep beyin, bir meşrubat bayiliğinin yanı sıra başka işleri de olduğu için her zaman ortalamanın üzerinde rahat bir yaşamlarının olduğunu dünya alem biliyor. Şimdi de, şükürler olsun, durumları gayet iyi, kimseye muhtaç değiller. Bu nedenle “yoksulluk deneyimine sahip olmamış” biri olarak Emi[1]ne hanımın önerisi gerçekten, Marie Antoinette gibi bir mantı[1]ğa sahip olduğunu gösterir. Yine niyetinin öyle olamayabileceğini belirterek söylüyorum, halkın içinde bulunduğu durumla inceden kafa bulduğu sanısı uyandırmıştır.

Porsiyonu küçültmeleri önerilen kesimlerin yine gizliden gizliye açgözlü, obur olduklarını sanması da mümkün Emine hanımın. Yine de ben bu öğüdü kendi “sosyal konumuna” uygun olanlara verdiğini düşünüyorum Emine hanımın. Tabak tabak, lüp lüp götürenlere hayli uygun, hayli gerekli bir öneridir bu.

Fakir, çabuk bitmesin diye yavaş yavaş kaşıklar önünde ki taamı.

Hangi porsiyondan söz ediyorsunuz allasen?