Altın Portakal’ın iki iddialı filmi “Küf” ve “Zerre” Salı günü art arda gösterildi. “Küf”ü daha önce yazmıştım. “Zerre” sinemamızda uzun zamandır duymadığımız bir sesi yeniden duyurdu. İşçi sınıfından bireylerin hikâyeleri pek anlatılmıyor. Ya da Erden Kıral’ın “Yük”ünde olduğu gibi sınıfsal değil psikolojik bir perspektif öne çıkıyor. “Zerre” tamamen işsizlikle ya da çalıştığı zamanlarda işyerlerindeki korkunç koşullarla cebelleşen kocasız bir annenin, bir emekçinin hikâyesini gerçekçi bir üslupla anlatıyor. Zeynep (Jale Arıkan) annesi ve engelli küçük kızıyla birlikte yaşıyor. Onu ilk gördüğümüzde bir tekstil atölyesinde dikiş dikiyor. Çevresinde bir direniş örgütlemeye çalışan iş arkadaşlarına yüz vermeyen Zeynep çok geçmeden kendini kapı dışarı edilmiş buluyor. Zeynep’in umudu belediyede güvenli bir iş bulup çalışmak. Bu arada kendisine bir lokanta çalışan arkadaşı Remzi yardımcı oluyor, ona lokantadan artan yemeklerden veriyor. Zeynep Tarlabaşı’nda yakında kentsel dönüşümle yıkılacak bir binada oturuyor (akla “Şimdiki Zaman” geliyor) ve ev sahibiyle de başı dertte. Son derece düşük bir maaşla (haftada 90 TL) Trakya’da bir yerde bir iş buluyor. Ailesini yalnız bırakmak zorunda kalıyor ama iş yerinde tacize uğruyor. Kızının sağlığı ile ilgili kaygıları ağır basınca da geri dönmek zorunda kalıyor. Bunca sınıf savaşımından sonra geldiğimiz nokta son derece acı verici. “Zerre” başarılı görüntü ve sanat yönetimi, iyi oyunculuğu ve Dardenne kardeşleri hatırlatan gerçekçiliğiyle sinemamızda eksikliğini hissettiğimiz yeni bir nefes.  Erdem Tepegöz’ün yeni filmlerini merakla bekleyeceğiz.
“Hile Yolu” Hrant Dink cinayetinin gerçekleriyle kurmacayı birleştiren ve bu nedenle ahlaki olarak tartışmalı bir yerde duran bir film. Bir yerde gerçekten yaşanmış bir cinayet var, bir yanda da bu cinayette rolü olduğu varsayılan kurgusal karakterler. Film Dink cinayetinde rol almış bir ekibi anlatıyor. Filmin ahlaki olarak tartışmalı ikinci yanı da bu. Bize bu karakterleri en vahşi eylemleri içinde göstermeyen film, onların trajik sonunu göstermekten geri durmuyor.  Fakat filmin sinema olarak da ciddi sorunları var. Karakterler de, olay örgüsü de yüzeysel, bildiklerimize yeni bir şey katmıyor, derinleşmiyor. Mesela Alperen Ocakları’nın adı bile geçmiyor. Sonuçta ben sıkıldım izlerken.

Antalya’dan geriye 3 film kalacak
Altın Portakal maalesef öğrenci filmleri festivaline benzemeye başladı. Üç filmi çıkarırsak (Zerre, Küf ve Güzelliğin On Par Etmez) geriye dişe dokunur bir film kalmıyor. Tabii hepsinde değerli yanlar var ama olmamışlıklar ağır basıyor. “Toprağın Çocukları” da bir meselesi (Köye Enstitüleri ve eğitim) olması hasebiyle ciddiye alınmayı hak ediyor. Ama sinemasal olarak çok zayıf.  Tıpkı Rezzan Tanyeli’nin “Pazarları Hiç Sevmem”i ve Tunç Okan’ın “Umut Üzümleri” gibi. “Pazarları Hiç Sevmem”in film sonrası söyleşisinde bir seyirci filmi” boş ve zaman kaybı” olarak niteledi. Tanyeli ve film ekibi de tabii ki çok üzüldüler ve öfkelendiler de. Tanyeli, filmini  “insanların, insanlara iyi geldiğini göstermek için yaptığını” söyledi. Bu filmler çok büyük fedakarlıklarla yapılıyor. Sonra o seyirci gibi biz eleştirmenler de çıkıp “olmamış” deyip geçiyoruz. Bu meslekten nefret ediyorum bazen. “Ben eleştirdiğimin film olduğunu sanmıştım, karşıma insan çıktı” diye bir söz uydurdum.  Sahibini unuttuğum bir sözden uyarladım. Alman bir yazara aittir. Türk işçileri kastederek “biz işgücü istemiştik, insanlar geldi” şeklindedir. Film eleştirmek de böyle bir şey. Bir filmi beğenmiyorsunuz, değer vermiyorsunuz ama onu yapan insanlar alınıyor ve üzülüyorlar. Sonra o yönetmenler ve oyuncularla festivallerde tanışıyorsunuz. Fakat bu kadar amatörce yapılmış filmler gerçekten insanı yoruyor. Bir süre sonra filme dikkatimi verememeye başlıyorum. İşimi yapacak durumda olmuyorum kısacası. Tunç Okan’ın “Umut Üzümleri” o kadar baştan savma yapılmış, o kadar derme çatmaydı ki mesela! Baştan sona dikkatimi vererek izlemem mümkün olmadı. Perdeye bakmak istemedim. Nasıl eleştirisini yazayım? Yazamam.

Kısacası Antalya’dan geriye 3 film kalacak. Ama aslında bu da hiç fena bir rakam değil. Keşke diğer filmler de biraz daha iyi olsalardı. Ödül töreninde “Zerre”, “Güzelliğin On Para Etmez” ve “Küf”ün adlarını duyacağız en çok sanırım. Ben de bu filmlerden hangisini en çok beğendiğime karar veremiyorum. Üçünün de ayrı pozitif yanları ya da ayrı zaafları var. Bu üç filme verilecek her ödül kabulümdür.

Not: Festival Kataloğu sonunda çıktı!