Portre ve otoportrenin ne olduğunu basit olarak tarifleyecek olursam; portre resim, fotoğraf, heykel ve benzeri sanat türlerinde bir kişinin yüzünün ve yüz ifadesinin betimlenmesi... Biz, başarılı bir portrede, ‘o yüz’e ait yaşantıdan izler ararız. Fotoğrafta portre, fotoğrafçılığın başlangıcından itibaren üretilmeye başladı. Daha önce ressamlara portrelerini yaptıran burjuva sınıfı stüdyolarda fotoğraflarını çektirmek için kuyruğa girmeye başladılar. Krallar ve imparatorlar gibi önemli kişilere ait olmayan en eski portrelerden bazıları ise mumya portreleri. Mısır’da, mumyaların konulduğu tabutlara çizilen portreler, kuru iklim koşulları sayesinde bugüne ulaşmış.

Otoportre ise bir sanatçının kendi portresini çizmesi, çekmesi ya da yapması. Her ikisinde de çoğu zaman malzeme olarak akla ilk fotoğraf ve resim gelse de tanımı genişletilebilir bir çalışma. Daha ileri gidersem otoportre sadece sanatla da sınırlı kalmayabilir. Kendini anlatma, göz önünde olma ihtiyacındaki insanın yaşam biçimine de dönüşebilir. Örneğin fark edilmek isteyenlerin sosyal medyaya onlarca selfie-fotoğrafını koyması gibi...

Uzun zamandır gündemi meşgul eden bu saray fotoğrafı ise temsili askerlerin soğuk iklim koşullarından içeri alınarak zorunlu olarak üretilmiş. Temsili askerlerin arasından inen kişi bir sanatçı değil. Karşısında bir ayna varmış da, seyrederek iniyormuş gibi yürüyüşü fotoğrafa portre havası katıyor. Her şeyin farkında, kameralar üstüne dönük. Kendisini tarihte olmak istediği yere konuşlandırmış, sanki fotoshop üretimi, şaka gibi bir fotoğraf... Rüyalarına ulaşır mı -o ayrı bir soru-, ama bu fotoğraf tarihte yerini aldı. Tıpkı Napolyon’un çalışma odasında gece yarısı saat 04.20’yi geçerken tam tekmil hazır ülkesine hizmet eder imajı veren resmi gibi... İfadeyi yok saymaya uygun otoriter bir duruş. Otoportre ve ‘ben’ kavramı ‘beden’ meselesinin içinde yer aldığı bir düğümdür. Tek başına bir görüntü sürecinden ibaret değildir. ‘Ben kimim’ ya da ‘ben’in veya ‘benim’in gerçeği nedir? Gerçeğin ve ‘ben’in hassas dengesi portrede gizlidir. Evet; korkusu gizlenmiş olanın korkutması hadisesi... İyi bakın göreceksiniz...

Portre; ister otoportre olsun, ister portre; gerçekliğini ‘saklı yüz’de ortaya çıkarır. Bu ‘bakış kültü’ otoportre veya portre olması bir şeyi değiştirmez. Resim asla tasvir ettiği nesnenin kendisi değildir, onun bir taklididir ve kendine aittir. Beden, yüz, çevre-objeler-atmosfer içinde belki en çarpıcısı yüzdür. Yüz odak noktasıdır. Otoportrede izleyicinin doğrudan odaklandığı alan yüzün kendisidir. Bu eserlerin amacı, kişinin görünüşünü, kişiliğini ve ruh hâlini yansıtmaktır. Bu sebeple fotoğrafçılıkta portreler enstantane olarak değil, belirli bir kompozisyon dahilinde kişinin poz vermesiyle çekilir.

Belirleyici olan gözlerdir. Düşünce ve duygunun halleri yüzün tüm detaylarına yansır. Maskelerdeki gibi tek ve değişken olmayan, soyutlanmış ifade ‘insana ait’ değildir. Bunun, eğlenceli bir imge olması bile bu gerçeği değiştirmez. Değiştirebilseydi palyaço masklı sirk oyuncusundan korku filmi yapamazlardı. İfadenin tekil olması tekin değildir...

Kamerayı şimdi de kendimize çevirelim. Kamufle olmuş otoportreler gibiyiz.

Arjantinli sanat yönetmeni ve fotoğrafçı Lucia Fainzilber, ‘Somewear’ isimli otoportre serisinde, arkaplandaki motiflerle uyumlu kılıklara girerek kendisini kamufle etmiş. Kimliğe dair sorgulamalar yapan sanatçı, toplumun kalıplaşmış normları içinde yaşamımızı devam ettirebilmek için hepimizin hayvanlar, hatta askerler gibi kamufle olduğumuzu, kendi özbenliğimizi gizlediğimizi ifade ediyor. “Bu da bizim bu çarpık sistem içindeki varoluş biçimimiz işte.”

Kendini yok eden kalabalıklar içinde bireysel gizlenmelerle ayakta kalmaya çalışıyoruz.