Gelecek bizimdir. “Zor ve baskı”, sırf “koruma ve kollama” aygıtlarıyla, seçim rüşvetleriyle siyasete tutunmaya çalışan RTE ve avenesi için, bir noktadan sonra para etmez...

Post-Referandum sendromunu aşma kılavuzu

Yazının başlığına aldanmayın, ben de yurttaş kimliğimle 16 Nisan sonrasını anlama, anlamlandırma ve kendime (doğaldır ki Birleşik Haziran Hareketi üzerinden) bir “yol haritası” çizme arayışındayım. Aşağıdaki satırları da bu çerçevede değerlendirmekte yarar var.

1. Gerçekten biz kazandık:
Post-Gerçek veya “alternatif gerçek” diye sunulan yalanlara, saptırmalara aldanmayalım. Sandıkta biz kazandık; 16 Nisan gecesi sırf örgütlü kesimlerin değil, tencere tava çalarak tepkilerini dile getiren sade yurttaşların da hissiyatı bu yönde. Ama asıl gönülleri ve kalpleri fethettik. Tüm olumsuz koşullara, baskılara, tehditlere karşın HAYIR iradesi için tüm enerjisini sarf eden milyonların vicdanında kazanan biz olduk. Nasıl referandum sürecinde Kadıköy’le, Çankaya’yla, Konak’la yetinmeyip gitmediğimiz, giremediğimiz bölgelere yönelmek sonuç verdiyse, şimdi sıra Yozgat’la, Erzurum’la, Konya’yla bağ kurmanın yöntemlerini bulmakta.

2. Gelecek bizimdir:
Hiçbir toplumda gençler, eğitimliler nezdinde, ekonominin can damarı büyük şehirlerde destek bulamayan bir rejim, burjuva demokrasisi normları içerisinde, “rıza ve onay” mekanizmalarıyla ayakta kalamaz. “Zor ve baskı” ise, sırf “koruma ve kollama” aygıtlarıyla, seçim rüşvetleriyle, taşranın yüzü geleceğe değil geçmişe dönük kesimlerin desteğiyle siyasete tutunmaya çalışan RTE ve avenesi için, bir noktadan sonra para etmez. Bu saatten sonra RTE rejimini meşrulaştıran hiçbir hamlenin bu ülkeye faydası olmaz.

3. Kurtarıcılara ihtiyacımız yok, yeter ki kendi gücümüzün farkında olalım:
Bizim işimiz kurtarıcılar, aklı evveller, liberal-sol kesimler tarafından tedavüle sokulan alaturka “Macronlarla” değil. Yanlış anlaşılmasın, ülkeyi siyasal İslam’dan kurtarabilecek bir stratejik hattı ve programı herkesle tartışmaya açığız, açık olmalıyız. Örgütlenerek, kolektif mücadeleyle, dayanışma içerisinde nasıl 16 Nisan öncesi süreçte kendi potansiyelimizi kanıtladıysak, bugün de aynı heyecana, enerjiye, motivasyona sahip olmamız gerektiğini biliyoruz. Evet, eski parti formlarının, hiyerarşik yapıların genç nesillere hitap etmediğinin farkındayız. Necmi Erdoğan’ın isabetli teşhisiyle, tek adama iradesini teslim etmeyi reddedenlerin, bağımsız ve özgür bir özne olarak kendini ifade etmek isteyenlerin, kolektif aidiyetlere karşı inançsızlığı gibi bir olguyla karşı karşıyayız. Bir ölçüde de olsa, bu tıkanmayı aşabilecek, örgütsel formlar aramak ve bulmak zorundayız. Başka çaremiz yok!

4. Çözüm sokaktadır:
Parlamenter rejimin otoriter bir başkanlıktan evla olduğunu tabii ki kabul ediyoruz. Parlamentoyu güçlendirmeden, ülkenin demokratikleşmeyeceğinin de ayırdındayız. Ne var ki, “Gazi Meclis” benzeri güzellemelerle, kendi mensuplarına cezaevinin yolunu açan, 18 maddelik paçavranın önünü kesemeyen bir kuruma yaslanarak çıkış yolu bulamayız. Nasıl Gezi ayaklanması, otoriterliğe, yolsuzluğa, hukuksuzluğa karşı tepkinin meydanlara yansıması idiyse; bugün aynı ruh okullarda, iş yerlerinde, mahallelerde mikro ölçekte, “sokak” metaforuyla harekete geçmeli, gündelik direniş mecrasına akmalıdır. Siyasi ve programatik ifadesini de meclislerde aramalıdır. 2019’da önümüze sandık konulmasını bekleyerek değil, ancak bugünden tezi yok harekete geçerek yarınları kurtarabiliriz.

5. Salt demokrasi ekseni gerçek muhalefeti kucaklayamaz:
Referandum sürecinde “tek adam rejimine, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlaline” karşı direnç, bir anlamda demokrasi ekseni, HAYIR iradesinin odağına oturdu. Ne var ki HAYIR’ın asıl enerjisi, özellikle kadınların öfkesi, gericileştirmeye, İslami bir rejime doğru gidişe karşı, Cumhuriyet’i sahiplenme, laikliği koruma, çağdaş yaşamı savunma kararlılığından geliyordu. HAYIR bileşenlerinin “hassasiyetleri” gözetilerek, ortak payda anlayışı ön plana çıkarılarak, doğru bir taktik izlenilmişti. Bugün ise gericiliğe, saltanat ve hilafet özlemine karşı direncimizle, “milleti” emek ekseninden kucaklama gereğini bağdaştırmak zorundayız. Biz kabaca yüzde 50’yi, “halkı” çoktan kazandık; şimdi de sıra “milletin” kabaca öteki yüzde 50’nin, kör taassuptan uzak, “emekçi” kesimlerine uzanmakta...

6. Ekonominin takati RTE’yi 2019’a taşımaya yetmez:
Göreceksiniz, özellikle kamu maliyesindeki bozulma dalga dalga tüm ekonomiye sirayet edecek. Merkezi bütçe, savaş harcamalarını, göçmenlerin yükünü, seçim rüşvetlerini, başta Varlık Fonu dolayımıyla yolsuzluk ve usulsüzlük cürümlerinin maliyetini taşıyamayacak. Kıdem tazminatının gaspına, işsizliğin tırmanmasına, “esneklik” etiketiyle güvencesizliğe kapı aralanmalarına karşı ancak “kamucu, hakça bölüşümden yana”, grev ve toplu sözleşme hakkına sahip çıkan “asgari bir geçiş programı”, sosyalistleri sosyal demokratları, Kemalistleri ortaklaştırabilir.

7. Yolsuzluklara, usulsüzlüklere, İslami kadrolaşmaya odaklanmayan bir mücadele hattı başarıya ulaşamaz:
Gülen Cemaati’nin devlette yarattığı boşluğu diğer cemaat ve tarikatlara ikame etme, yer yer MHP’li kadrolarla dolgu yapma stratejisini teşhir etmek çok önemlidir. Liyakat kapılarının kapanması, kamu görevlilerinin işinin ehli olma kriteri temelinde değil, “devlet partisine” yakınlık derecesine göre dağıtılmasının, kamu vicdanında açtığı yaraların yanı sıra, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli yürütülmesi açısından yaratacağı zaaflar üzerinde titizlikle durulmalıdır. “17-25 Aralık bir algı operasyonuydu” yanıltmacasına ve korkutmacasına kapılmayıp; yurttaşın cebinden Saray kaynaklı israfları, tüm yolsuzlukları, usulsüzlükleri unutturmamak sorumluluğundayız. RTE’nin, Rıza Sarraf’ı diplomatik pazarlık konusu yapacak ölçüde, bu suç ağlarının içerisinde bulunduğunun altını çizmek zorundayız.

8. Suni cephe çağrılarına itibar edilemez:
Kabul etmeliyiz ki, 16 Nisan’da Anayasa değişikliğini reddeden tüm bileşenleri bugün de bir arada tutma, ortak bir çizgide buluşturma hülyası boş hayaldir. Böyle suni tasarımlar, aksine RTE rejiminin ekmeğine yağ sürer. Örneğin, idam cezasının ihya edilmesine ilişkin somut bir hamle, MHP artıkları ile her durum ve şartta evrensel insan hakları normlarına sahip çıkan, idam cezasına ilkesel olarak karşı olan bizlerin yolunu ayırır.

9. RTE’nin yeni rejimiyle hiçbir uzlaşma, pazarlık hayır getirmez:
Kürt muhalefetinin HAYIR kampanyasına ciddi ve samimi bir destek verdiği açıktır. Bu net tavır, sosyalist hareketin de kendi içerisinde kısır tartışmalara saplanmayıp, blok halinde sürecin öznesi olma yolunu açtı. Ne var ki, 16 Nisan sonrasında Kürt kesiminden gelen, pazarlığa, uzlaşmaya açık olunduğu izlenimi yaratan mesajlar kaygı vericidir. Bir ulusal hareketin manevralarını, havayı koklama, rüzgârın yönünü tayin etme çabalarını her daim mazur görmek mümkündür. Ama eğer durum böyleyse, RTE rejimiyle pazarlığa açık bir tutumun toplumsal muhalefete katkı sağlaması zordur.

10. Antiemperyalist vurgu ihmal edilemez:
AKP’nin uzun yıllar ABD-AB-NATO tüm emperyalist odaklar tarafından desteklendiği; laik cumhuriyete karşı ılımlı İslam’ın tercih edildiği ortadadır. Ne var ki, RTE’nin başı sıkıştıkça, “dış güçler”, “Haçlı zihniyeti”, “üst akıl” söylemleriyle, emperyalistlerin gadrine uğramış mazlum algısı yaratmaktaki hüneri kabul edilmelidir. Evet, enternasyonalist anlayışımızın altını çizmekten, Hollandalı sade yurttaşa “cibiliyetsiz, karaktersiz” yakıştırması benzeri ırkçı genellemelere isyan etmekten geri durmayalım. AGİT, AİHM benzeri kurumların kararlarını rejimi teşhir için kullanalım. Gelgelelim, önümüzdeki dönemde adını koyarak, net bir antiemperyalist duruşu öne çıkaralım; devrimci-demokrat bir geçiş programının temel bir öğesi yapalım. Bugünlerde ayağına gidip, Washington’da Trump’tan himmet dileyen bir şahsın, “antiemperyalist” gibi algılanmasına izin vermeyelim.