Güçsüzlüğün yol açtığı haset ve hınç giderilmezse kalıcı bir nefrete varabilir

Post-Terörizm: Hayata karşı bir aşk

İLKER ÖZDEMİR*

13 Kasım 2015 günü Paris’teki katliamı gerçekleştirenler artık klasik terör tanımıyla tarif edilemeyecek bir katliama imza attılar. Paris ve daha önceki Suruç ve Ankara katliamlarında şenlik, eylem veya eğlenerek kendilerini ifade etmek isteyen insanların hedef aldığını görüyoruz. Ankara katliamının ardından Konya’da, Paris katliamından sonra ise İstanbul’da yapılan milli maçta bir katliam sonrası ölen insanlar için yapılan saygı duruşunu protesto ederek saygı duymayı reddedenlerin reddedişlerinin arka planında karşımıza aşağılanma (tahkir) duygusu çıkmaktadır. Türkiye’de gösterilen bu tepkiler kendilerinden saymadıkları insanlara yönelik şiddete karşı duyarsızlığı göstermesi bakımından çok önemlidir. Artık yaşama hakkını bile tehdit eder hale gelen bu türden hassasiyetlerin tetiklediği bu bir türlü dinmeyen öfke, nefret ve şiddete bakarken terörizmi bireysel bir patolojik bir sendrom olarak gören analizlerin ötesine geçilmelidir. Kendisine itaat etmeyenin yaşam hakkının elinden alınmasına duyarsız/kayıtsız kalan bu halet-i ruhiyenin arkasında yatan nedenlere baktığımızda karşımıza aşağılama, haset, hınç ve nefret kavramları çıkmaktadır.

Küçültmek, hor görmek olarak tanımlanan aşağılama (hakaret) eylemi karşı tarafın değerini azaltmaya yönelik, değersizleştirme amacı taşıyan eylemlerdir. Ancak insanlar, böyle bir amaç taşımayan eleştiriler karşısında da kendilerini aşağılanmış hissedebilir. Bunun nedeni başkalarına güven ve saygı duyma eksikliği ile birlikte öz-güven ve öz-saygı eksikliğidir. Aşağılanmış veya kendini aşağılanmış hissedenlerin korkuları yaşama sevinç ve coşkularından önce gelir ve korkuları onları değişik duygu, düşünce ve davranış biçimlerine yöneltebilir. İnsanların ve toplumların değişik nedenlerle aşağılanması günümüzde yaygın bir biçimde yaşanan bir toplumsal gerçekliktir. Ancak, üstesinden gelinemeyen korkular ve güven eksikliği sonucunda insanlar ve toplumlar aşağılanmasa bile kendilerinin aşağılamaya maruz kaldığını hissedebilir. Bu aşağılanmışlık duygusu devam ettikçe bu duygu hasede, hınca ve nefrete dönüşebilir. Aşağılanmaya yönelik en yaygın tepki kendini aşağılayanı aşağılamaya çalışarak bir karşılık vermek olup, bu katliamlarda aşağılanmaya karşı en keskin aşağılama biçimi olan öldürme eylemi ile karşılık verilmiştir. Saygı duruşuna bile tahammül edemeyerek bu katliamlara kayıtsız, duyarsız kalanların tutumunda da aşağılanmışlık duygusunun izlerini görebiliriz. Dolayısıyla, bu öfke ve nefretin kökeninde derin bir aşağılanmışlık duygusunun var olduğunu söyleyebiliriz.

Scheler, insan yaşamında büyük yer tuttuğunu söylediği hıncı çekememezlik (haset) ile ilişkilendiririr ve hınç kavramıyla bireyin veya toplumun, ötekilerinin değer yargılarına, kurumlara ve pratiklere duyduğu kızgınlığı ve intikam isteğini anlatır. Bu intikam isteği, bireyin bir güç tarafından aşağılanmasından kaynaklanır. İnsanlar mesleki konumları, cinsiyetleri, etnik veya dini kimlikleri nedeniyle aşağılanmaya maruz kalabilirler ve bu aşağılanma haset ve hınca yol açabilir. Yaşadığı süreçlerle yoğunlaşan duyguları sonucu intikam isteğiyle dolan kişi bu intikam ile yaralanan kişisel değer duygusunu onarmaya çalışır. İntikam isteğinin bastırılması ise hınca yol açar. Hıncın nedeni olarak haset duygusu öteki insanın/toplumun imrenilen bir şeye sahip olması ve bizim ondan yoksun bırakılmış olmamız duygusunu işaret eder. Kendi istediğinin bir başkasında olduğunu gördüğü için acı duymayı işaret eden haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil ona haz erdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur. Kendimizi güçsüz hissettiğimizde ortaya çıkan haset istenen şeyi sahibinden çekip alamaz isek, onu bozmaya, kirletmeye yönelebilir. İmrenilen şeyler elde edilemez olduğunda ise haset hınca/diş bileme tavrına yol açar. Hasetli kişi ötekilerin memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar ve ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona. Hasedi bertaraf etmek için de haset duyulan kişileri değersizleştirmeye çalışarak kendini değersizleştirmeye yönelmekten kurtulmuş olur. Başkalarının eline geçen şeyin bir zamanlar bize ait olduğunu iddia eden şanlı tarihe dayalı gurur da haset duygusuna içkindir. Başkalarının hasedini kışkırtmaya çalışarak onlara karşı zafer kazanma arzusu, kişinin ya da toplumun kendi sahip olduğu zenginliklerden zevk almasını zorlaştırır. Bir sevme yeteneksizliği olan haset duygusuna sahip insanlar içlerindeki sevgiyi boğarak ve nefreti şiddetlendirerek çaresizliklerini örtbas etme girişiminde bulunabilir. Oysa sevme yeteneği güçlü olan insanların herhangi bir şeyi idealleştirme ihtiyacı daha azdır. Aşırı idealleştirme, hasedin gücünü gösterir. Kendine güveni saygısı yüksek insanların oluşturduğu toplumlar, başkalarına diş bilemezler. Tam tersine, başkalarının erdemlerinden sevinç duyar ve birlikte dünyayı sevilmeye değer bir hale getirmek için çaba gösterirler.

Güçsüzlüğün yol açtığı haset ve hınç giderilemezse kalıcı bir nefrete varabilir. Korku ve güvensizlikten kaynaklanan önyargılar ve ayrımcılık biçimlerinin beslediği nefret açıkça kendini ortaya koyamadığında nefret edilen ne ise onunla zıt özellikler taşıyan bir şeye duyulan bir sevgi, hatta ilahi sevgi biçiminde kendini gösterebilir. Bu aşırı sevgi ve nefret sonucunda nefret edilen grupların yaşam hakkının değersiz görülmeye başlanabilir. Aşağılanmışlık duygusu ile haset, hınç ve sonunda nefrete varan insanlar kendilerini ırkçı, dinci veya cinsiyetçi bir fanatizme adayarak kendilerini de feda edebilecekleri eylemlere girişebilirler; bu türden eylemlere duyarsız kalabilirler veya bu eylemleri bir biçimde destekleyebilirler. Farklı olana tahammül eşiğinin düşük olduğu toplumlarda kamuoyunun duyarsızlığı da nefret suçlarının yaygınlaşması için çok elverişli bir zemin oluşturur. Ayrımcılığa dayalı nefret suçlarının önlenmesi için nefret söylemlerinin yaptırım altına alınması bir toplumun barış içinde yaşayabilmesi için birincil önemde bir toplumsal ihtiyaçtır.

*Çukurova Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi