Baudrillard, medya yoluyla edindiğimiz gerçeklik duyumuna, gerçeğin görünmezleşmesi

Baudrillard, medya yoluyla edindiğimiz gerçeklik duyumuna, gerçeğin görünmezleşmesi, yok olması, gerçekle gerçek olmayanı ayırt etme olanağının artık kalmaması anlamında ‘hipergerçeklik’ diyor. Özne için gerçek artık televizyonlarda seyrettiğinden ibaret. Sanal gerçeklik olarak tanımlanan bu dünyada artık hiçbir kavram eskisi gibi yorumlanamıyor, görüntüler gerçeği temsil etme yeteneğini yitiriyor ve ortada gerçek diye bir şey kalmıyor. Sanallıkta gerçek, Marksizmin ileri sürdüğü gibi, görünenin ardındaki gerçeklikte değil, doğrudan doğruya bu görüntülerin açık olarak sunduğu kodlar düzenindedir. Postmodernizmde özne kavramı sınıfsal ve tarihsel belirleyenlerinden koparılmıştır. Gerçeklik de aynı şekilde, sınıfsal algılanışıyla tarihsel yüklerinden arındırılmıştır. Gündelik hayattan özellikle tüketim kültürünün imgelerinden yola çıkar. Görüntü bombardımanına ilişkin bir yorum ya da temsil ettiği imgenin eleştirisi olarak okunabilecek bu tavır, gündelik hayatın sıradan görüntülerinin gerçeklik duygusundan çok bir tür yapaylık içinde algılanmasına yol açar.
Günümüzde fotoğraf imaj kültürünün vazgeçilmez bir parçası. İmajın gerçekmiş gibi sunulduğu pop kültür ortamında fotoğraf imaj üretmenin en önemli aracı. Postmodern fotoğrafta, ironi, parodi, pastiş ve şizofreni gibi olgular ön plana çıkmakta. Fotoğrafçı yabancılaştığı dünyayı herhangi bir şekilde yansıtmak derdinde değil. Dış dünyada yer alan bir göstergenin belirttiği nesne ya da varlık ortadan kalkıyor, yerine atıfta bulunduğu şey kalıyor. Asıl hedef gerçeklik ve kurmaca düzlemlerini iç içe dokuyup, gerçekliğin kurmaca yönünü açığa çıkarmak. Modernizmde olanla olması gereken arasındaki aykırılığı vurgulamak şeklinde kullanılan ironi, postmodernizmde kurmaca gerçekliğin ve gerçek yaşamdan alıntılanan parçaların bir arada sunulmasıyla bir şey söyleyip hiçbir şey kast etmeme ya da hiçbir şey söylemeyi istememe anlamında bir kullanıma dönüşüyor.
70 ve 80’lerin medya, sinema ve resim gibi kültürel formlarda klişeleşmiş kadın tanımlarını kavramsal ve feminist bakış açısıyla yorumlayan Cindy Sherman örnek gösterilebilir. Fotoğraflarında model olduğu gibi fotoğrafçı olarak da görüntü üreten Sherman (Untitled Films Stills) İsimsiz Film Kareleri çalışmasında görüntülerdeki kadın tiplerini kendi bedeni üzerinde yeniden canlandırarak kendine mal etmiştir. Caravaggio’nun ya da Raphael’in resimlerindeki kadın tiplerini de canlandırmıştır. Toplum içinde dayatılan kadın biçimlerini sorgulamak ve eleştirmektir amacı.
Bir başka fotoğrafçı Yasamusa Morimura, “Actress” adlı çalışması ve “Psychoborg” serisiyle popüler ya da siyasi imgeleri kendi bedeni üzerinde canlandırmıştır.
Postmodernizmin doğasında var olan imge gerçeklik ilişkisinin kaybolduğu bu tip çalışmalarda, fotoğraf sanatçıları düşünsel boyutta anlamlar içeren gerçekten daha gerçek (!) yeni gerçekler oluşturmuşlardır. Pastiş modern sanattaki parodinin yerine geçmiştir. Modernizmde parodinin işlevi taklit ettiği sanat eserini aşırı bir şekilde yorumlayarak eleştirirken, mizahın dönüştürücü etkisinden yararlanıyordu ve muhalif bir dil olarak iktidara saldırma gibi bir özelliği vardı. Oysa pastiş, Jameson’un değişiyle, “parodinin gizli niyeti, şeytani itkisi, kahkahası ve öykülenen şeyin oldukça komik olmasıyla kıyaslandığında normal bir şey olarak var olduğuna ilişkin gizli bir duygusu bulunmayan bir tür yansız taklitçilik pratiğidir.”
Pastişi fotoğrafçılar esinlenme diyerek kendini savunurlar. Günümüz postmodern toplumlarında bireysellik kendini geliştirme, anlamlı bir var olma çabası olmaktan çıkmış, şizofrenik bir hal almıştır. Fotoğraf sanatındaki şizofreni kavramı ise, gerçekle kurgunun bölünmesi şeklinde karşımıza çıkar.
Bu sanatçılar kullandıkları fotoğrafik dillerinde zamanı öncesiz ve sonrasız ‘şimdi’ içinde hapsetmişlerdir. Şimdiyi gerçeğin dağılması, gerçeğin imgelere dönüştürülmesi, zamanın sonsuz şimdiler içerisinde parçalanmasını fotoğrafik bir tarz olarak kullandılar. Sonsuz bir şimdi olma durumu. Savunulacak bir dünya yoktur, politik ve toplumsal olana ilişkin yetersiz bir anlatıdır. Eleştirel gerçekçi bu fotoğrafların insanı düşünceye sevk etmesi mümkündür belki, hatta bu da kentsoylu dünya görüşüne ve ahlakına bir başkaldırı sayılabilir. Ancak eleştirel gerçekçilik, liberalizme yönelen kentsoylu toplumdaki çelişkileri, kişisel ve sosyal gerçekleri, seçenek üretmeyen ve sorumluluk taşımayan bir anlatıya sahiptir.
Postmodernizm, kültür ve sanat açısından tahrip edici etkisini ise gerçekliğin algılanma biçiminin sınıf dışı bir platformdan öneriyor oluşunda aramak gerekiyor. Marksizmin, ayakları üzerine oturtmaya çalıştığı gerçeklik ilkesini maniple etmeye çalışıyor.