1992 senesinin yazıydı…

Avrupa Şampiyonasını finalde Almanya’yı 2-0 yenen Danimarka kazanmış, futbolun doğup büyüdüğü coğrafyanın takımı İngiltere gruplardan çıkmayı bile başaramamıştı. Sadece milli takımı değildi hüsranları yaşayan, 70 ve 80’li yıllarda Avrupa sahalarında esip kükreyen İngiliz takımları sıkıntılı zamanlar yaşıyor, bitmek bilmeyen holiganizm illeti her fırsatta 1985 senesinde yaşanan Heykel faciasını hatırlatırken, maç günleri boş tribünler önünde keyif vermeyen maçlar oynanıyordu. O yıllarda ‘Seri A’ ve ‘La Liga’ izlenme oranları, kulüp gelirleri ile Ada futboluna fark atıyor, yıldız futbolcular İspanyol ve İtalyan takımlarında boy gösteriyordu. O gidişatı değiştirecek ilk hamle bir önceki senenin temmuzunda atılmış, yeni bir ligin kurulması için beş büyük kulüple anlaşma sağlanmıştı.

Uzun süren tartışmalardan ve sıkıntılı bir hukuki süreçten sonra, 104 senelik ligin statüsü sona ererken, 1992-1993 sezonunun başında 22 takımlı Premier Lig futbolseverlerle buluştu. O takımların arasında şimdilerde futbolun sessiz köşelerinde geçmişe ağıt yakan Coventry City, Ipswich Town, Leeds United, Nottingham Forest, Oldham Athletic, Sheffield United, Sheffield Wednesday, Wimbledon, Luton Town, Notts County de vardı. Gönül ister ki onlar da gelecekte dönsünler bıraktıkları yere, futbol kökleri olan takımlarla güzel zira.

Ligin kurulmasıyla birlikte maçların yayını için talepler artmış, önemli televizyon kanallarından ITV teklifini 262 milyon Sterline kadar çıkarmıştı. Ancak o senelerde Rupert Murdoch’un kurmuş olduğu ve abonelerine ücret karşılığında hizmet veren özel televizyon kanalı Sky televizyonu son anda devreye giriyor, beş senelik yayın hakkını 304 milyon Sterlin karşılığında kazanıyordu. Kulüplerin ciddi gelir elde etmesi ve statların yenilenmesi sonrasında dünya yıldızları birer ikişer boy göstermeye başladı Ada takımlarında. Haliyle futbola olan ilgi artmış, maç günleri statlar dolmaya başlamıştı. Kulüplerin kombine biletleri sezon başlarken tükeniyor, büyük kulüplerin kombinesine sahip olabilmek için uzunca bir bekleyiş ve sabır gerekiyordu.

Sky televizyonu 2000 senesinin başında 1,1 milyar Sterlin ödeyerek anlaşmasını yeniledi. Zaman içinde ilgi giderek artarken izlenme oranlarının yükselişiyle birlikte kulüplerin gelirleri büyük artış gösterecekti. İnanması güç ama 2016-2017 sezonunun başında küme düşen Sunderland’ın kasasına 108 milyon Sterlin (486 milyon lira) girmiş, şampiyon Chelsea’nin geliri ise 329 milyon olmuş. Toplam yayın gelirlerinin yarısı takımlar arasında eşit paylaştırılırken geçen sezon her takımın payına düşen 38 milyon. Lig sonundaki sıralamaya göre takımlar her sıra için 2 milyon Sterlin kazanırken, yabancı yayıncı kuruluşların ödediği 1 milyar Sterlinden her kulübün payına düşen 47 milyon.

Derler ki, bir şehri tribünden sevmekmiş taraftarlık, bizim futbol fakiri coğrafyada nicedir unuttuğumuz kavram işte. Öyle ki 175 bin nüfuslu kuzeyin unutulmuş şehri Sunderland’ın küme düşmüş kırmızı beyazlı takımının evinde oynadığı 19 lig maçını 784.450 futbolsever izlemiş, maç başına taraftar ortalaması 41.287. Ülkenin ekonomisi en kötü ve en yüksek işsiz nüfusuna sahip Liverpool’un, Premier Lig tarihinde şampiyonluğu bulunmayan takımını evinde oynadığı 19 maçını izleyen taraftar sayısı 1.007.311, maç başına ortalaması 53.016. Manchester United evinde 75.290, Arsenal 59.957, ligin keyif veren takımı Tottenham 31.639 taraftar ortalaması yakalamış. Premier Lig maçlarında 2016-2017 sezonunda taraftar ortalaması 35.822. Adının başına eğreti bir ‘Süper’ sıfatı iliştirilmiş ligimizin 2016- 2017 sezonunda taraftar ortalaması 9.457.
Yalnız Premier Lig değil elbet futbolun marka değerini yaratan, Championship’te sezonu şampiyon bitirmiş Newcastle United’ı sezon boyunca evinde oynadığı maçlarda 1.175.442 taraftar izlemiş, 51.106 taraftar ortalaması yakalamış. Londra’nın o güzel mahallesinin siyah beyazı Fulham o enfes stadında 19.199 taraftar ortalaması yakalamış. Küme düşen, gelecek sezon League One’da mücadele edecek Rotherham United’ın taraftar ortalaması 9.783.

Alt liglerde de futbol manzaraları farklı değil. 4. Lig’in bahtsız takımı, gelecek sezon amatörde mücadele edecek Leyton Orient 4.663 taraftar ortalaması yakalamış. En kısa zamanda dönsünler bıraktıkları yere. Ligi şampiyon bitirmiş Portsmouth’un evinde oynadığı maçlardaki taraftar ortalaması 16.823. Bu sezon Federasyon Kupasında çeyrek finale kadar yükselmiş 5. Ligdeki (amatör) Lincoln City 130 bin nüfuslu o tarihi şehrin takımı, 5.161 taraftar ortalaması yakalamış.

Premier Lig’in bir altı Championship’te taraftar ortalaması (20.119) bizim Süper Lig’e fark atarken, İngiltere 3. Lig taraftar ortalaması bile (7.933) bize yakınken, bu veriler ışığında bizim ligden marka değeri çıkar mı dersiniz?


•••

Neden mi yazdım bu yazıyı? Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olmasına rağmen maç günleri tribünleri dolmayan ülke futbolunun Arda Turan krizi gibi gereksiz futbol dışı tartışmalara takılıp kaldığı zamanlarda marka değerinin nasıl yaratıldığı konusunda çorbada az da olsa tuzumuz olsun diye. Passolig garabetinin ve bir şehrin üç takımının bitmek bilmeyen sandalcı kavgasının gölgesinde futbolun elle tutulacak bir yeri kalmamışken belki bir şeyler değişir umuduyla. Kendimize benzettiğimiz o güzel oyunun her sezon darbukalı, bıçaklı, bol küfürlü ve kavgalı sefil bir düğünü andırdığı, aklı başında futbolseverin futbola sırtını döndüğü zamanlarda belki bir umut olur diye. Kendi şehirlerinin takımı küme düşerken, çok uzaklarda bir şehrin takımının şampiyonluğunun kutlandığı, rekabetsizlikle lanetlenmiş bir coğrafyanın futbolundan marka değeri çıkmayacağını artık anlayın diye.

Velhasıl şişenin içine bırakılmış bir not misali okuduğunuz bu yazı, belki bulunup da okunur ve üzerinde biraz düşünülür diye.