Suudi Prensi bin Salman ile Neoliberalizmin Fransız Prensi Macron aslında aynı türdendir. Ve şimdi ikincisi de faş oldu.

Birbirinin kopyası veya birbirinin taklidi küresel siyasi patronlar Trump ile zirve yapmıştı: Simulacra Diktatörler. Yani? Nasıl ki milyonlarca kopyası ve hemen hepsi birbirinin aynısı olan (simulacra) ve aşağı yukarı aynı paraya satılan dijital müzik kayıtlarının, bir Rembrant tablosunda olduğu gibi bir ‘orijinal olanı’nın önemi kalmamışsa, onlar da bu haldeler ve üstelik dünyanın geri kalanını da ‘simulacra’ olmaya mahkûm ediyorlar.

İdi.

Neoliberalizmin kriterleri, özelleştirme, sendikasızlaştırma, yoksullaştırma... Gezegenin her yerinde benzer siyasetler güttüler. İşte bu yüzdendir ki, küreselleşme filan yok küreselleştirilme var.

İdi.

Ne oldu? Önce Neoliberalizm oldu, artık Tarihin Sonu geldi derken, çanlar şimdi Neoliberalizm tarihinin sonu için çalmaya başladı.

Başlangıçta işleri kolay sandılar, nasıl olsa öfkeli kalabalıkları, bilinç değil, sağ popülizm dedikleri (ve aslında faşizmin daniskası olan) akımın ‘vasat’ şeyleriyle bir araya getiriyorlardı, göçmen düşmanlığı bile yetiyordu. (Unutmayın, ‘vasat’ın sözlüklerde kelime karşılığı bir de ‘medya’dır ve epey kullanışlıdır! Şimdi oralarda da anaakım Penguen medyası var.) Bu tür yabancı düşmanlığı vb temelinde sosyal olayları fiştikleyen taklit etme duygusu Avrupa çapında bulaşıcı hastalık gibi yayılıyordu. Taklit edilecek şeyin basit olması yeterliydi. Nitekim Fransız Napolyon bile “biricik ciddi söz sanatı tekrardır” demişti. Kapitalizm iyidir, işsizliğin sebebi yabancılardır; kapitalizm iyidir, zamların sebebi yabancılardır (ve bu cümle bin kere tekrarlanır).

Irkçı milliyetçiler ve yobaz dinciler ve bilhassa faşistler her daim bu tarzı epey etkili şekilde kullanırlar. İddia olunan şey tekrar edilmek suretiyle nihayet ispatlanmış bir hakikat gibi kabul görür, zihinlere yerleşir.

İdi.

Korkutarak yönetmek ve kazanmak kadim bir siyaset tarzıdır ve psikolojik savaş bu kategoridedir. Psikolojik savaşın en önemli silahı ise zihinleri felce uğratmak, bu amaçla dehşet ve korku salmak ve hatta bunun için terörün her türlüsüne başvurmaktan geri kalmamaktır. İşte psikolojik savaşçı ve psikopat Prens bin Salman Kaşıkçı vahşetiyle muhaliflerini korkutmak istemişti. Macron da göçmen korkusu sayesinde halkın öfkesinin kendisine dönmeyeceğinden emin haldeydi.

Evet ama, bir baktılar: Bumerang etkisi! Neoliberalizm için payanda olarak gördükleri ırkçı ve gerici hareketler yerine bir anda evet yine birbirini taklit eden ve bilinç düzeyi düşük olan, ama öfkeli ama bu kez sisteme karşı isyanlar da patlak verdi.

Psikolojik savaşın yabancı düşmanlığıyla korku hayaletinin gezdirilmesinden hoşnut olanlar, kendilerinin de o kalabalıklara yabancılaştığını görüverdiler. Öfkeli kalabalıkların gözünde asıl korkulması gereken ve kendilerine yabancı ve Zenginlerin Başkanı Macron’du.

Pazar Eki’nde Önder İşleyen de altını çizdi: “Fransa sermayesinin (oligarşisinin) merkez sağ ve sol siyasetlerin çöküşü sonrasında, Le Pen riskini işaret ederek piyasaya sürdüğü Macron, kısa iktidarı boyunca temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarlarını radikal bir biçimde korudu. Bunu da liberal demokrasinin artık sona erdiğini açık biçimde ortaya koyacak bir otoriterleşme ile birlikte gerçekleştirdi.”

Bardağın yarısı boşmuş! Ama bunlar arasında ırkçılar varmış, ama bunlar örgütsüzmüş, ama bunlar da sönümlenecekmiş. Miş.

Eğer hâlâ bardağın yarısı boş diyorsan; doldur onu be kardeşim! Çünkü tek çare öbür yarısını, örgütlenerek ve örgütleyerek doldurmaktır.

Özne yokmuş. Vardır kardeşim, küreselleştirilerek canımıza okuyanlar karşısında: Özne biz, sıfat birleşik mücadele, fiil var olmaktır.